30 Aralık 2020 Çarşamba

Türk ve Yunan dostluğuna adanmış yaşam : Yorgo Andreadis

Yaşamını Türk-Yunan dostluğuna adamış ve Abdi İpekçi Türk Yunan Barış ve Dostluk Ödülü almış Karadeniz kökenli yazar Yorgo Andreadis 80 yaşında Yunanistan’da yaşamını yitirdi.

Yorgo Andreadis’in cenazesi 2 Ocak 2016 cumartesi günü saat 14.00’te Selanik-Kalamaria’da bulunan kiliseden alınarak Kalamaria mezarlığında toprağa verilecek.

KEMENÇE KARDEŞLİĞİ

Yorgo Andreadis, tüm milliyetçi – sosyal şoven çıkışlara rağmen hep iki halkın bir arada barış içerisinde yaşamasını savundu. Almanya’da yaptığı bir konuşmada Karadeniz’e seslenen Yorgo Andreadis, şöyle diyordu: “Biz sizi ne dost ne de komşu sayıyoruz. Biz sizi kardeş sayıyoruz. Dünyada Müslüman inancına sahip ve Kuran’a inanan milyonlarca insan var. Yine dünyada Hristiyan inancına sahip ve İncil’e inanan milyonlarca insan var. Ama dünyada sadece biz kemençeyi seviyor, kemençe ile oynuyor ve kemençe ile mezara gidiyoruz”.

MÜLTECİ KAMPINDA DÜNYAYA GELDİ

Andreadis , 1936 yılında Selanik’te bulunan Kalamaria mülteci kampında dünyaya geldi. Babası, Kyriakos, Pontos Millet Meclisi üyesiydi. Ailesi önce Gürcistan Batum’a, daha sonra 1930 yılında Yunanistan’a göç etti. Selanik Anadolu Koleji’nde burslu okudu ve daha sonra 1955 yılında Almanya’da Freiburg Üniversitesi’nde ekonomi politik okudu.

ABDİ İPEKÇİ ÖDÜLLÜ

1991-1992 yılında, “Tamama, Pontus’un Yitik Kızı” adlı kitabı Abdi İpekçi ödülüne layık görüldü. Ödül töreni 1993 yılında İstanbul’da yapıldı. Kitabı Yeşim Ustaoğlu tarafından “Bulutları Beklerken” adıyla sinema filmi de yapıldı. Kitabın telifini Trabzon’daki Sümela Manastırı restorasyon kuruluna devretti.

DİLDEN DİLE

Yorgo Andreadis’in birçok eseri Yunanistan ve dışarıda birçok ödüle layık görüldü. Kitapları İngilizce, Kürtçe, Almanca, Rusça, Türkçe ve Çince’ye çevrildi. Karadeniz’de 1916-24 tarihleri arasında yaşananları anlattığı 22 adet kitabı bulunmakta. Bunlardan Türkçe’ye çevrilen yedisi şunlardı; Neden Kardeşim Hüsnü, Pontus’un Yitik Kızı Tamama, Gizli Din Taşıyanlar, Tolika Bacikam Al Beni, Temel Garip, Todoron Pontos’taki Evim, İstenmeyen Adam.

Almanya’da üniversiteyi bitirdikten sonra Yunanistan’dan önce baba toprağı olan Karadeniz’e gitmeyi yeğledi. Karadeniz’e ilk kez 1960 yılında gelen Andreadis bu tarihten sonra, komplo ile geldiği havaalanından istenmeyen adam ilan edildiği tarihe kadar tam 52 sefer Karadeniz’i ziyaret etti.

Yorgo Andreadis’in Türk ve Yunan dostluğu adına yaptığı amansız mücadele, Yunanistan ve Türkiye’de yaşayan milliyetçileri rahatsız etti.

***

“Kitapları ve kurduğu dostluklar her iki tarafın; Yunanistan (az sayıda olmak kaydıyle) ve Türkiye ırkçılarının tepkisini çekti. Yunanistan’da “Ankara’nın paralı ajanı” iftirasıyla karşılaştı. Yaptıklarıyla Yunan milli duygularını körelttiğini iddia ediyordu, Yunanistan’daki ırkçılar.
Bir radyo programına telefonla katılan birisi Yorgo Andreadis’e “Sayın Andreadis, kitabınızı İzmir’de tanıttığınızda Pontos’un Helen olduğunu söyleyebildiniz mi?” diye bir soru sordu.
Yorgo, “Unuttum. Ancak öteki sefer gittiğimizde sizi de yanıma alacağım, kendiniz söylersiniz” diye yanıt verdi.” [Devrimci Karadeniz-Tamer Çilingir]

***



Türkiye’de de Karadeniz’e kümelenmiş ırkçı çeteler boş durmuyor, Andreadis’e karşı komplo hazırlıkları kuruyorlardı.

Önce Susurluk davasında adını duyduğumuz, daha sonra “Ergenokon terör örgütü yöneticisi” iddasıyla tutuklanan Veli Küçük 1996’da generalliğe terfi etti. General olarak Karadeniz’de Giresun’da konuşlandırılan Giresun Bölge Komutanlığı’nın kuruluşunu tamamlayarak iki yıl Giresun Jandarma Bölge Komutanlığı görevinde bulundu. Burada yaptığı karanlık işlerden, komplolardan biri de tüm yaşamını Türk ve Yunan dostluğuna adayan Karadenizli Yorgo Andreadis hakkında karalama kampanyası başlatması oldu. Tuğgeneral Veli Küçük onu boy hedefi gösteren bir konferans verdi. Konferansta sözde Andreadis’in kitaplarının bölgeye gizlice sokulup, pontosculuk yapıldığı vurgulanıyordu. Milliyetçi eğilimli bir Karadeniz gazetesinde hakkında yazı çıkardılar. Sonra Yeni Şafak’ta yazı çıkarttılar. Sonra muhabir özür dileyip, kandırıldığını söyledi. Haber “servis” edilmişti. Ve Andreadis bu iftiralara yanıt vermek, söz konusu gazetecilerle konuşmak için 4 Aralık 1988 Cuma günü Türkiye’ye, Yeşilköy Havalimanı’ndan giriş yapmak isterken eline sınır dışı edildiğine dair bir belge verildi.

O günden itibaren Türkiye’ye girişi yasaklandı.
Kendisine verilmeyen ama Yunan Dışişleri Bakanlığı’na bildirilen sınır dışı edilme gerekçesi şöyle idi:
”Türkiye’de istenmeyen kişidir. Çünkü barışa karşıve aşırı tehlikelidir. Türk halkının güvenliğini ve huzurunu bozmak isteyen güçlerle işbirliği içindedir ve Türk devletini tehdit edenlerle birlikte hareket etmektedir. Bu nedenle kendisine ‘GİT’ denmiştir”.

Yorgo Andreadis o tarihten itibaren bir daha asla Türkiye’ye giremedi.

Türkiye yasağı olsa da Türkiye dostu olan Yorgo Andreadis 1999 yılında gerçekleşen Gölcük depremi için kamyon kamyon yardım toplayarak eşi ile birlikte Gölcük’e gönderdi.

Türk-Yunan dostluğu için çabalamış barış ödüllü yazarın Türkiye’ye giriş yasağının kaldırılması için, Ragıp Zarakolu 2004 tarihinde yazar ve yayıncılar arasında imza kampanyası başlattı. Kampanyaya destek verenler arasında Yaşar Kemal, Vedat Türkali, Gülten Akın, Adalet Ağaoğlu, Murat Belge, Celal Başlangıç, Baskın Oran gibi isimler de bulunuyordu. Fakat imza kampanyası da bir işe yaramayacak ve Yorgo Andreadis baba toprağına dönemeyecekti.

ERDOĞAN SON İSTEĞİNE SESSİZ KALDI

Azınlıklar üzerine açılımların olduğu bir dönem olduğu için Yorgo Andreadis bir kere daha şansını denemek istedi. Dönemin Başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan’a söyle seslenerek en azından gömülmeme izin verin dedi : “10 yıl bekledim. Bana ‘AİHM’ye git’ dediler gitmedim. Dava açmadım. Sabırla bekledim, bu haksızlığın giderilmesini, iftiraların geri alınmasını. 73 yaşında olduğumu ve bana karşı yapılan adaletsizliğin giderilmesi için daha birkaç 10 yıl bekleyecek zamanımın kalmadığını hesaba katın. Gerçekten de bu adaletsiz, yersiz ve kabul edilemez kararı düzeltemeyecek durumdaysanız ve Türkiye’ye girişimin yasaklanmasındaki ısrarınız sürüyorsa, o zaman lütfen son arzumun yerine getirilmesine ve ecelim geldiğinde, 90 kuşaktır atalarımın ebedi istirahatgâhlarında yattıkları Trabzon’a gömülmeme izin verin.” Dönenim başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan bu isteği sessizlikle karşıladı. Yorgo Andreadis’in baba toprakları olan Trabzon’da ölme isteğine bile izin çıkmamıştı.

Son dileğinin üstünden tam 7 yıl geçtikten sonra, yani dün öğleden sonra Türk ve Yunan dostluğuna adanmış bir ömür daha fazla bu acıya dayanamayarak Yunanistan’ın Selanik kentinde yaşama gözlerini yumdu.

Kaynak : Yannis Vasilis Yaylalı / Demokrat Haber

28 Aralık 2020 Pazartesi

Akşehir Ermeni Kilisesi kültür merkezi oluyorAkşehir Ermeni Kilisesi kültür merkezi oluyor

 

Konya Akşehir’deki Surp Yerrortutyun Kilisesi’nin 2017’den bu yana süren restorasyonu tamamlandı. Kültür merkezi olarak faaliyet gösterecek olan kilise, Anadolu’daki en büyük Ermeni kiliselerinden biri olarak biliniyor.

Akşehir Belediyesi ve Konya Ovası Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı (KOP)İdaresince yürütülen ‘Nasreddin Hoca Mizah Köyü’ projesi kapsamında restore edilerek ‘Dünya Mizah Ustaları Sanat Evi’ olarak kullanılmasına karar verilen Surp Yerrortutyun Kilisesi, Taşınmaz Kültür Varlıkları Yüksek Kurulu’nun 18.10.1975 ve 8650 sayılı kararınca tarihi eser olarak tescil edilmişti. Neo Klasik dönem yapı karakteristiklerini yansıtan kilise, kentsel SİT alanı içinde bulunan 204 adet tescilli yapıdan biri olma özelliği taşıyor.  

Yapım malzemesi yöresel taş olan kilise, yapım tekniği olarak moloz taş, kesme taş ve yer yer tuğla ile inşa edilmiş. Bugüne kadar ibadete ve turizme kapalı olan binanın restorasyonunun toplam bedeli yaklaşık 3,5 milyon TL oldu. Kilisenin ‘Dünya Mizah Ustaları Sanat Evi’ olarak resmi açılışının ne zaman yapılacağı ise henüz belli değil.

Raymond Kevorkian’ın ‘1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler’ kitabında verdiği bilgilere göre, Konya Akşehir’de  1915 öncesinde 4 bin 950 Ermeni yaşıyordu. 1859 yılında inşa edilen Surp Yerortutyun Kilisesi’nin yanı sıra ilçede dört Ermeni eğitim kurumu da bulunuyordu. Bu okullar arasında Surp Istepannos Okulu eğitim kalitesinin üstünlüğüyle bütün vilayetlerde ün salmıştı. İlçede Ermeni zanaatkârları kürkçülük, dericilik, halıcılık ve hırdavatçılıkla tanınıyordu.

Kaynak: Agos 

34 αθώοι κομματιασμένοι στα βουνά κι ακόμη κανένας Τούρκος δεν δικάστηκε…


Ρομποσκι: ένα τμήμα από την ιστορία των σφαγών του τουρκικού κράτους

Στο Ρομπόσκι που είναι ένα μόνο τμήμα των σφαγών που πραγματοποίησε το τουρκικό κράτος κατά των Κούρδων, 34 Κούρδοι δολοφονήθηκαν με βομβαρδισμό από μαχητικά αεροσκάφη. 

Παρά το ότι πέρασαν 9 χρόνια από τη σφαγή, οι δράστες δεν δικάστηκαν ακόμη.

Η ιστορία των Κούρδων είν’;ι πλήρης τόσο από αντίσταση και εξεγέρσεις, όσο και από γενοκτονικές σφαγές. Μία εξ αυτών είναι και η σφαγή του Ρομπόσκι. Αυτή η περιοχή που ήταν αρμενικός οικισμός και το πραγματικό του όνομα ήταν Ρούμποζικ, από-αρμενιτοποιήθηκε με τις σφαγές που έγιναν το 1915 και αργότερα. Σύμφωνα με τις περιγραφές χωρικών μέχρι την πολύ πρόσφατη ιστορία, υπήρχαν απομεινάρια αρμενικών εκκλησιών. Μετά από την εκδίωξη των Αρμενίων τα ονόματα των χωριών άλλαξαν, για παράδειγμα το Ρουμπόζικ από Ρομπόσκι έγινε Ορτάσου ενώ το χωριό Μπετζούχ πού βρίσκεται δύο χιλιόμετρα πιο μπροστά ονομάστηκε Γκιούλγιαζι. Σε αυτή την περιοχή όπου συνέβησαν κατά σειρά διάφορες σφαγές, τελευταία στις 28/12/2011, 34 Κούρδοι σκοτώθηκαν από πολεμικά αεροσκάφη F-16.

Μετά τον καθορισμό των συνόρων με την ανακήρυξη της Δημοκρατίας, εμπόριο που γινόταν επί χιλιάδες χρόνια χαρακτηρίστηκε ως “λαθρεμπόριο”.  Το Ρομπόσκι που είναι γειτονικό στην περιοχή Χεφτανίν πού βρίσκεται στο νότιο Κουρδιστάν, ταυτόχρονα είναι πάνω σε αυτόν τον χιλιάδων ετών εμπορικό δρόμο. Μετά την κατάρτιση των συνόρων το εμπόριο συνεχίστηκε μέχρι την μέρα που το ημερολόγιο έδειχνε 28/12/2011.

ΟΜΟΛΟΓΙΑ ΣΦΑΓΗΣ ΑΠΟ ΤΟΥΡΚΟΥΣ ΣΤΡΑΤΙΩΤΕΣ

Χωρικοί οι οποίοι όπως πριν με εκατοντάδες μουλάρια έκαναν συνοριακό εμπόριο, έτσι και εκείνη τη νύχτα, με τον ίδιο πληθυσμό πήραν το δρόμο για να μεταφέρουν υλικά όπως πετρέλαιο, ζάχαρη και τσιγάρα. Οι χωρικοί κέρδιζαν χρήματα με αυτά που μετέφεραν από τα σύνορα με τα μουλάρια. Κερδίζαν 50 με 70 τουρκικές λίρες ανά μουλάρι. Στην πραγματικότητα αυτοί δεν έκαναν εμπόριο, οι χωρικοί κέρδιζαν μόνο από το μεταφορικό. Ιδιοκτήτες των προϊόντων που μεταφέρονταν ήταν επιχειρήσεις όπως μπακάλικα, μάρκετ και χονδρέμποροι.

Στις 28 Δεκεμβρίου 2011 πήγαν πάλι στα σύνορα με τον ίδιο στόχο. 35 άτομα από τα χωριά Μπετζούχ και Ρομπόσκι μαζί με δεκάδες μουλάρια πήραν το δρόμο. Όταν έφτασαν στο στρατιωτικό σημείο στα σύνορα οι στρατιώτες που άλλες φορές έπαιρναν χαράτσι από τους χωρικούς, αυτή τη φορά τους είπαν πως “Αυτή μπορεί να είναι η τελευταία σας φορά πού πάτε”.

Αυτή η κουβέντα πού ήταν προάγγελος της σφαγής που θα γινόταν σε λίγες ώρες, στην πραγματικότητα ήταν μία ομολογία.
…..
Και στο παρελθόν κατά περιόδους είχε εμποδιστεί το συνοριακό εμπόριο. Αλλά αυτή τη φορά δεν θα συνέβαινε έτσι. 34 χωρικοί δολοφονήθηκαν άγρια μαζί με τα μουλάρια τους. Την ώρα που οι χωρικοί πλησίασαν στα σύνορα και επέστρεφαν,  βομβαρδίστηκαν επανειλημμένα   από μαχητικά αεροσκάφη F-16 του τουρκικού στρατού, στο χρονικό διάστημα ανάμεσα 21:37 και 22:24. Από τα 35 άτομα σώθηκε μόνο ένας ονόματι Σερβέτ Εντζού. Οι υπόλοιποι 34 άνθρωποι και τα μουλάρια δολοφονήθηκαν από τους τόνους των βομβών που έπεσαν.

ΟΙ ΠΙΕΣΕΙΣ ΤΟΥ ΚΡΑΤΟΥΣ ΑΡΧΙΣΑΝ ΤΗΝ ΠΡΩΤΗ ΜΕΡΑ ΑΚΟΜΗ
Μετά από την σφαγή ο έπαρχος και οι αξιωματούχοι του τουρκικού τάγματος που βρίσκεται στο χωριό, έκαναν ότι μπορούσαν για να μην ταφούν τα σώματα που είχαν παραληφθεί από το νοσοκομείο του Ουλούντερε, στην τοποθεσία όπου επιθυμούσαν οι οικογένειες. Αλλά με την αντίσταση των βουλευτών του κόμματος HDP και των χωρικών,  οι αξιωματούχοι του τουρκικού κράτους υποχρεώθηκαν να κάνουν βήμα πίσω. Επί μήνες συνεχίστηκε ανθρώπινη ροή με επισκέψεις συλλυπητηρίων και αλληλεγγύης. Κάθε χρονιά στην επέτειο γίνονται μνημόσυνα και διαφορές εκδηλώσεις. Κάθε χρονιά χιλιάδες άνθρωποι από το εξωτερικό κάνουν προσπάθειες αλληλεγγύης και στήριξης προς τις οικογένειες του Ρομπόσκι.  Αλλά αναμφίβολα ο πόνος των οικογενειών αυτών είναι ακόμη φρέσκος.

ΥΠΟΣΤΗΡΙΚΤΕΣ ΤΗΣ ΣΦΑΓΗΣ
Οι σχετικές με την σφαγή δηλώσεις του τουρκικού κράτους θεωρήθηκαν από τους κατοίκους του Ρομπόσκι, ως υποστηρικτικές της σφαγής. Διότι οι δηλώσεις που έγιναν, ήταν προσπάθειες νομιμοποίησης αυτών που συνέβησαν. Ο τότε πρωθυπουργός Ταγίπ Ερντογάν σχετικά με τους δολοφονημένους τους είχε αναφέρει αρχικά ως “μέλη του ΠΚΚ’, ακολούθως ως “ληστές” και αργότερα ως “λαθρέμπορους”, προβάλλοντας σε κάθε του δήλωση μία νόμιμη κάλυψη για τη σφαγή.

Στα 9 χρόνια που περάσαν, το τουρκικό κράτος δεν άλλαξε τη στάση του απέναντι στη σφαγή. Σε τέτοιο σημείο που ακόμη και η νομική διαδικασία που ξεκίνησε για την δίωξη των δραστών ακόμη δεν τελείωσε.

ΝΟΜΙΚΗ ΔΙΑΔΙΚΑΣΙΑ
Μετά από την πραγματοποίηση της σφαγής, ξεκίνησε μία νομική διαδικασία υπό την ηγεσία των οικογενειών, για να δικαστούν και να τιμωρηθούν οι δράστες. Ακολουθώντας δρόμους του εσωτερικού δικαίου, έγιναν προσωπικές προσφυγές. Αλλά καμία εξ αυτών δεν μπόρεσε να αποσπάσει ένα θετικό αποτέλεσμα. Στην τελευταία περίπτωση το Συνταγματικό Δικαστήριο απέρριψε την προσφυγή καθώς οι δικηγόροι μίας οικογένειας έστειλαν ελλιπή έγγραφα.  Οι οικογένειες του Ρομπόσκι αντιμετώπισαν με οργή την απόρριψη της προσφυγής. Ορκίστηκαν τόσο με το δικαστήριο που επικαλούμενο την έλλειψη ενός ασήμαντου έγγραφου απέρριψε την αίτηση τους, όσο και με τους δικηγόρους καθώς λόγω του λάθους τους έδωσαν “πάτημα” στο Συνταγματικό Δικαστήριο.

ΔΙΩΞΕΙΣ ΣΕ ΑΥΤΟΥΣ ΠΟΥ ΗΤΑΝ ΕΚΤΟΣ ΤΗΣ ΣΦΑΓΗΣ
Πέραν του ότι δεν ζητήθηκε λογοδοσία σε νομικό επίπεδο για τη σφαγή στο διάστημα που πέρασε, αυξήθηκαν και οι πιέσεις σε βάρος των οικογενειών του Ρομπόσκι. Η συντριπτική πλειοψηφία των κατοίκων του Ρομπόσκι που έκαναν ομιλίες ή αναρτήσεις, ζητώντας να δικαστούν οι δολοφόνοι των παιδιών, αδελφών και πατεράδων τους, βρέθηκαν αντιμέτωποι με διώξεις, συλλήψεις και προφυλακίσεις. Μάλιστα κάποιοι “δικάστηκαν” επειδή πήγαν επίσκεψη στους τάφους των παιδιών τους. Το κράτος ξεκάθαρα δήλωσε πως “Σκότωσα όσους σκότωσα από εσάς και αυτούς που δεν τους σκότωσα, τους αφομοιώνω με διάφορες μεθόδους”.

Ως αποτέλεσμα πέρασαν 9 χρόνια από την σφαγή του Ρομπόσκι. Η σφαγή αυτή δεν ήταν ούτε η πρώτη ούτε η τελευταία. Αργότερα συνεχίστηκαν οι σφαγές σε βάρος των Κούρδων. Όπως και στο Ρομποσκι, έτσι και στις άλλες σφαγές, διασφαλίστηκε πως οι δράστες δεν αποκαλύφθηκαν και δεν τιμωρήθηκαν. Ωστόσο η αναζήτηση της δικαιοσύνης και του αγώνα των ανθρώπων του Ρομπόσκι, δεν διακόπηκε ποτέ. Ακόμη εκφράζουν το ίδιο αίτημα και συνεχίζουν τον αγώνα τους διεκδικώντας λογοδοσία για τα παιδιά τους.


Κουρδικό πρακτορείο ειδήσεων ANF


πηγή: TourkikaNea


27 Aralık 2020 Pazar

TÜRKİYE'DE 'SANTA HARABELERİ' : YUNAN KÜLTÜR MİRASININ YIKILIŞI

 Haber: Uzay Bulut

Türkiye genelinde Yunan kültür mirasının kalıntıları harabe halindedir ya da çöküşün eşiğinde. Türk yetkililer bu hazinelerle ilgilenmiyor, çünkü Türk hükümeti bölgedeki yerli Yunan nüfusu olan gerçek inşaatçıların soyundan gelenlerin çoğunu yaklaşık yüz yıl öncesine kadar yok etti.

Böyle bir yapı, Türkiye'nin kuzeyindeki Gümüşhane ilinde bulunan Santa Harabeleri arkeolojik sit alanıdır. Türk Hürriyet gazetesi   19 Ekim'de, “gökyüzüne yakın gizli bir şehir” olarak adlandırılan Santa Harabeleri'nin “korunacak kırılgan alan” olarak tescil edildiğini bildirdi .

Hürriyet'e göre, Ekim ayında Resmi Gazete , tarihi yapıların güzelliklerinin çoğunu kaçak hazine avcılarına kaptırmalarına ve resmi ihmallere rağmen “bölgeye turist getireceğini” açıkladı .

“Santa Harabeleri'nde, birbirleri tarafından görülebilen üç farklı yokuşu kapsayan yedi yerleşim yeri var.

Karadeniz Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Coşkun Erüz, “Ören yerindeki çevredeki alanların sadece yaz aylarında kullanıldığını, bölgenin korumasız kaldığını ve hazine avcılarının hedefi olduğunu kaydeden Karadeniz Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Coşkun Erüz, alan yönetim planının yanı sıra birkaç yıl içinde uygulanacaktır.

“'Bölgede sadece yazın üç veya dört ay yaşanıyor. Maalesef köprüler, çeşmeler, kiliseler ve hatta insanların yaşadığı evler bile korumasız bırakılıyor ve diğer mevsimlerde büyük hasar gördü 'dedi.

Hürriyet şunları ekledi:

“Doğu Karadeniz'deki Yunan-Pontus devletinin kültürel mirası olan Noel Baba'nın 17. yüzyılda inşa edildiğine inanılıyor… Burada 1700-1900 yılları arasında yaklaşık 5.000 kişi yaşıyordu. Şimdilerde burayı az sayıda turist ziyaret ediyor. ulaşım.

1923 yılında Rumların bölgeyi terk etmelerinin ardından terk edilen yapılar, Gümüşhane'ye 72 kilometre, Trabzon'a 42 kilometre uzaklıktaki Dumanlı köyünde. "

Santa HarabeleriHürriyet için önemli bir düzeltme: Gümüşhane Rumları ve daha geniş bölge, kadim vatanlarını kendi iradeleriyle terk etmediler. 1914'ten 1923'e kadar, iki Türk rejiminin ellerinde bir soykırımda  kasten öldürüldüler Hayatta kalanlar, Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan 1923 nüfus mübadelesi anlaşmasının bir sonucu olarak sınır dışı edildi.

Bugünün Türkiye'sindeki çoğu şehrin Yunanlılar tarafından inşa edildiği gerçeği göz önüne alındığında, bu olayların gidişatı iki kat trajik ve adaletsiz. Göre Helenik Araştırma Merkezi ,

“Küçük Asya'daki Yunan yerleşimleri, Yunanlıların anakara Yunanistan'dan göç ettiği MÖ 11. yüzyıla kadar uzanıyor. Milet, Efes, Smyrna, Sinope, Trapezus ve Bizans (daha sonra Bizans İmparatorluğu'nun başkenti Konstantinopolis olarak anılacaktır) gibi şehirler kurdular. Bu şehirler kültürel ve ekonomik olarak gelişti.

“Küçük Asya , Thales, Anaximander, Anaximenes, Strabo ve Heraclitus gibi antik çağın ilk büyük düşünürlerini doğurdu . Bu filozoflar, evrenin mitolojik açıklamasını reddettiler ve her şeyin rasyonel bir açıklamasını arayan ilk kişilerdi. Dolayısıyla Küçük Asya, batı felsefesinin ve biliminin doğum yeriydi. "

Bizans İmparatorluğu olarak da bilinen ve başkenti Konstantinopolis olan Doğu Roma İmparatorluğu, Yunanca konuşulan bir imparatorluktu. Ortaçağ Hıristiyan dünyasının önde gelen uygarlığıydı.

Bizans İmparatorluğu 11 asır (MS 4. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar) sürdü ve 1453'te Osmanlı Türklerinin eline geçti. Trabzon İmparatorluğu (Trabzon), Küçük Asya'da 1461'de Türklerin eline geçen son Yunan egemenliğiydi. .

Yunan Araştırma Merkezi'nin belirttiği gibi :

“Sonraki iki yüzyıllık Osmanlı yönetimi sırasında, 16. ve 17. yüzyıllarda, Küçük Asya'daki Yunan toplulukları İslam'a geçme yönündeki sürekli baskılara direndiler. Çoğu dinlerini, etnik geleneklerini ve kültürlerini korumayı başardı. Bununla birlikte, 17. ve 18. yüzyıllarda, aralarında 250.000 Pontus Rumunun da bulunduğu binlerce Yunan, İslam'a geçmek zorunda kaldı. Binlerce Rum, özellikle 19. yüzyılda sayısız Rus-Türk savaşının ardından, Türk zulmünden kaçmak için Hıristiyan Rusya'ya kaçtı. "

Santa Harabeleri'nin bulunduğu Argyropolis (Türkçe Gümüşhane), Karadeniz bölgesinde veya Pontos'ta bir şehirdir ve tarihi Chaldia iline bağlı bir kasabadır. Pontos World web sitesine göre ,

Şehir, bölgede gümüşü ilk keşfeden İon Rumları tarafından MÖ 700 civarında Thyra (Grk: Θύρα) yerleşim yeri olarak kurulmuştur. İsmi iki Yunanca kelimeden (Argyro = gümüş ve Polis = şehir) kaynaklanıyor… MS 840 civarında, Argyropolis, yeni Roma (Bizans) eyaleti Chaldia (Χαλδία) içine dahil edildi. "

Argyropolis, Trabzon İmparatorluğu'nun (1204–1461) bir parçasıydı. Yunanlılar, 1461'de Osmanlı'nın bölgeyi işgal etmesinden sonra bile kentte kültürel olarak köklü kaldılar. Pontos World'e göre  ,

“18. yüzyılın başından itibaren yeni okullar açılıyordu ve 1723'ten itibaren Argyropolis'in Frontistirion'u (Yunan Eğitim Merkezi) tam anlamıyla faaliyete geçmişti. Öğrenim Merkezi, bölgenin bir eğitim kurumu ve ruhani merkezi haline geldi. 1650'de piskoposluk, başpiskoposluk statüsüne yükseltildi ve yüzlerce kilise ve tapınak inşa edildi.

“Diğer bir kamu binası kütüphane, Eğitim Topluluğu Kyriakidis ve ayrıca Chaldia Metropolü idi. Bu nedenle, Argyroupolitans, esas olarak madencilikten elde ettikleri ekonomik refah nedeniyle eğitimde en iyi kaynaklardan bazılarına sahip olarak kabul ediliyor. "

Bu gelişen Yunan toplumu, 1914-23 soykırımı sırasında çoğunlukla telef oldu. Profesör Speros Vryonis Jr.  , Profesör Richard G. Hovannisian'ın editörlüğünü yaptığı 2006 tarihli “Ermeni Soykırımı: Kültürel ve Etik Miras” adlı kitabında yayınlanan “Küçük Asya Yunan İşçi Taburları” başlıklı kapsamlı bir makale yazdı Makale, Türk rejiminin Argyropolis'dekiler de dahil olmak üzere Türkiye'de 1. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında “tüm Yunanlıları bölgeden nasıl uzaklaştırdığını” detaylandırıyor.

Vryonis  şunu yazdı :

"Bu, katliamlar, Yunanlıların çoğunun kentsel ve kırsal yaşam alanlarından sökülmesi, yüzlerce köyün tahrip edilmesi, yaygın yağma ve kundaklama, mülklere el koyma ve tahrip etme, kitlesel köle işçi taburları ve ölüm yürüyüşleri ve kadınların çoğu zaman ücretsiz fahişeliğe indirgenmesi.

Antonis Gavrielides'in (1924) çağdaş anıları, Pontuslu askerlerin yaşadığı, çalıştığı ve öldüğü koşulların korkunç bir tanımını veriyor. Bedel için 5 Türk altın lirasını (askeri muafiyet vergisi) ödeyebilenler, yıllık olarak ödemek zorunda kaldı ve sonunda nakit almak için mülklerini satmak zorunda kaldı. Aynı zamanda, askere alınan işçilerin geride bırakılan eşleri, yaşlıları ve çocukları, onları yönetenlerin baskılarına katlandı: cinsel talepler, evlerin yakılması, gasp vb. İşçiler, diye devam ediyor Gavrielides, sık ve acımasız dayaklara, açlığa, hastalığa ve sık ölümlere maruz kaldılar.

“10 Mart 1916'da Argyropolis'in (Gümüşhane) alt rahibi, Trabzon'daki büyükşehirine, Argyropolis ve çevresinden on beş ile elli bir yaş arasındaki tüm erkeklerin çalışma taburlarına askere alındığını bildirdi. 17 Mart'ta yolların temizlenmesi için Erzurum'dan Kelkit ve Herriana'ya yürüyüş yapıldı.

“13 Aralık 1919'da, çalışma taburlarının yerel nüfus üzerindeki toplam etkisi, Trabzon, Chaldia, Colonia, Amisos ve Neocaesarea metropolitlerinin bireysel raporlarına dayalı olarak Yunanistan Dışişleri Bakanlığı'nın bir belgesinde özetlendi. . Trabzon Büyükşehir Belediyesi, buna ek olarak, sürünün toplam sayısının 1914'te 52.000'den 1919'da 23.000'e düştüğünü bildirdi. Ayrıca, çalışma taburlarının yarattığı yıkıma da özel bir atıfta bulundu:

"Nispeten daha müreffeh olanlar önce servetlerinden çalındı ​​ve sonra kötü muamele ve yoksunluklardan öldükleri iç kesimlere gönderildi, geri kalanlar önce askere alındı ​​ve onları sefil bir ölümün beklediği lanetli çalışma taburlarına konuldu."

Pontos World'e göre, soykırımın ardından "birkaç Argyroupolitans Yunanistan'a kaçmayı başardı"  Ve 1923'teki zorla nüfus mübadelesinden sonra, "Bölgede hiçbir Rum Ortodoks kalmadı."

Türk hükümeti sadece Hıristiyan yaşamlarını değil, mülklerini de hedef aldı. Yazar Raffi Bedrosyan'ın “Türkiye'deki Kayıp Ermeni Kilise ve Okullarını Aramak  ” başlıklı makalesinde anlattığı şey, aynı zamanda ülkedeki Yunan ve Süryani kültür mirasının “kaderi” olmuştur. Bedrosyan  şöyle yazar :

“Ermeni nüfusu 1915'te Anadolu'dan silinirken, bu kilise ve okullar da yok oldu. Ermenilere ait yüzbinlerce ev, dükkan, çiftlik, meyve bahçesi, fabrika, depo ve maden ocağının yanı sıra kilise ve okul binaları da ortadan kalkmış veya başka kullanımlara dönüştürülmüştür. 1915'te tamamen yakılıp yıkılmadıysa veya ihmal edilerek bozulmaya bırakılmadıysa, bankalar, radyo istasyonları, camiler, devlet okulları veya tütün, çay, şeker vb. İçin devlet tekel depoları veya sadece özel evler ve ahırlar için dönüştürülmüş binalar haline geldiler. Türkler ve Kürtler için. "

Bu arada Türkiye, görünüşte bir NATO müttefiki ve AB üyeliği için daimi olarak başarısız bir aday olmaya devam ediyor. Türkiye, 1995 yılında AB ile Gümrük Birliği anlaşması imzaladı ve resmi olarak 1999'da tam üyeliğe aday olarak tanındı. Türkiye'nin Birliğe tam üyeliği için müzakereler 2005 yılında başladı. Avrupa Komisyonu'nun resmi web sitesine göre , “AB taahhüt ediyor Avrupa'nın kültürel mirasını korumak ve geliştirmek. "

Ancak Türk hükümeti, Türkiye'nin yaklaşık yüz yıl önce büyük ölçüde yok ettiği topraklarda yerli halklar tarafından inşa edilen bölgenin son derece zengin kültürel mirasını ihlal etme veya yok etme “sanatını” “mükemmelleştirmiş” görünüyor.

Hazırlayan: Uzay Bulut

Kaynak

Yazar hakkında: 

Uzay Bulut, daha önce Ankara'da yaşayan bir Türk gazeteci ve siyasi analisttir. Yazıları Gatestone Institute, Washington Times, Christian Post ve Jerusalem Post gibi çeşitli mecralarda yayınlandı. Bulut'un gazetecilik çalışmaları esas olarak insan hakları, Türk siyaseti ve tarihi, Ortadoğu'daki dini azınlıklar ve anti-Semitizm üzerine odaklanıyor. Bulut ayrıca Greek City Times'a düzenli olarak katkıda bulunuyor.


26 Aralık 2020 Cumartesi

Bafra’nın Schindler’i Çerkes Beyi Bikmezzade Habil

Karadeniz’in saklı tarihinden bir özel sayfa: Sürgün yollarını dostlukla aştılar

İskender ÖZSOY

Nebiyan’ın başı yine duman dumandı.
Üşüten; üşütmek ne kelime, titretip ilik donduran duman.
“Kalkın…” diye bağırdı İppok Ağa üstlerinde çul çaput parçalarıyla uyuyan yoldaşlarına.
“Kalkın, davranın vre. Gidiyoruz.”
…………
Çete reisi Hippokratis Dedeoğlu (İppok Ağa) ve yoldaşlarının 1921 yılının haziranında 122 kişiyle başlayan ve aylar sonra Yunanistan’ın Kavala kentinde sona eren büyük sürgünü “kapitan”ın bu çığlığıyla başlamıştı.
Ortalık karmakarışıktı.


Toz duman arasında ferman okunmaz derdi İppok Ağa’nın büyükleri.

Okunmasına okunmazdı da ne yapsındı Dedeoğlu?

Sıkışmıştı, başı dertteydi.
122 canın sorumluluğunu taşıyordu.
Bir hal çaresi bulup yoldaşlarını sağ salim düze indirmeliydi.
Aklına Çerkes Beyi Bikmezzade Habil geldi.
O, Bafra’nın hayırsever zenginlerindendi.
Türkmüş, Rummuş demeden dara düşenlere yardım elini uzatmasıyla nam salmıştı.
Kendilerine de yardım eder miydi acaba?

DAĞA ULAŞAN HABER
Hem o, 1864 yılındaki büyük Kafkas sürgününün acılarını aile büyüklerinden dinleye dinleye büyümüş bir Çerkes Beyi değil miydi?
Onların acıları daha çok tazeydi ve büyük sürgünün üzerinden sadece 57 yıl geçmişti.
Acıyı, sürgünü ondan iyi kim bilebilecekti Bafra’da?
İşte kendileri de sürgünle karşı karşıyaydı.
Hallerinden o anlamayacaktı da kim anlayacaktı?
Ne yapıp edip Bikmezzade’ye haber ulaştırmıştı dağdan İppok Ağa.

ippo ağa.jpg

İppok Ağa-Hippokratis Dedeoğlu

….
Beklenen haber tez zamanda ulaşmıştı Bafra’nın başı dumanlı dağı Nebiyan’a; “Merak edilmeye, su yolunu bulur. Çiftliğe gelsinler.” diye.
O yüzdendi Hippokratis Dedeoğlu’nun ikircikliği.
Çeteciliğe, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı’nın amele taburlarına katılmamak için ailesini de yanına alıp Nebiyan’a çıkarak başlayan Dedeoğlu yoldaşlarını bir an önce toparlayıp Bafra’ya indirmek ve 122 kişiyi kazasız belasız Habil Bey’in Mengerler Mevkii’ndeki çiftliğine ulaştırmak istiyordu.
Bafra’nın İshaklı Mahallesi’nde 1896 yılında doğan Dedeoğlu’yla, henüz 40’lı yaşlarında olan Bikmezzade’nin dostluğunun temelleri işte o davetle atıldı.
Ve İppok Ağa’yla yoldaşları 1921 yılının haziranında bir gece yarısı Bikmezzade Habil Bey’in Kızılırmak Nehri’nin Karadeniz’e kavuştuğu nokta Mengerler’deki çiftliğine sığındı.

HABİL BEY KAÇIYOR
Bafra’yı terk etmek isteyen Hippokratis Dedeoğlu’nun çiftlikte konukluğu Habil Bey’in girişimiyle sona ereceği güne yakın onları İstanbul’a götürecek tekneler de hazırdı. Bikmezzade’nin, Bafra’ya İstanbul’dan eşya ve erzak getiren teknelerin kaptanlarıyla konuşarak aracılık yapması ve yol paralarını peşin vermesi İppok Ağa’nın işini kolaylaştırmıştı.
Önce 101 Rum İstanbul’a gitti. Dört ay sonra da aralarında Hippokratis Dedeoğlu’nun da olduğu 21 kişi Kırklareli Midye’ye (Kıyıköy) gitti.

Ancak Habil Bey’in yardım amaçlı bu girişimi Bafra’da hoş karşılanmadı. Rumların İstanbul’a gitmelerine aracılık ettiği için arandığını öğrenen Bikmezzade Habil Bey, avukat arkadaşı Mahmut Nedim Bey’in tavsiyesine uyup kılık değiştirerek ortalık yatışınca dönmek üzere Trabzon üzerinden İstanbul’a gitti.
İstanbul’da, Bafra’dan ayrılmalarına aracılık ettiği Rumlarla buluşan Habil Bey hakkında dava açıldığını öğrenince bu kez Rumların telkiniyle geri dönmek üzere kendisine yardımcı olan 20’li yaşlardaki yeğenleri Eyüp ve Kadir’i de yanına alarak Yunanistan’a gitti ve Atina’ya yerleşti.

Hippokratis Dedeoğlu da ailesiyle mübadil olarak Kavala’nın  Makrichori (Uzunkuyu)  köyüne iskân edildi. İppok Ağa daha sonra Makrichori’ye yakın  Disvato’ya ( Nedirli) yerleşti.

bikmezzade

Çerkez beyi Bikmezzade Habil Bey

DOSTLARININ YANINDA ÖLDÜ
Yıllar pek çabuk geçmişti günler arasından.
Günlerden bir gün Nedirli’ye Habil Bey’in hastalandığı haberi ulaştı.
Dostunun hastalandığını öğrenen İppok Ağa onu köye davet etti. Daveti kabul eden Bikmezzade Disvato’ya yerleşti.
Ancak Habil Bey hastalığı atlatamadı ve 1926 yılında dostunun yanında öldü.
Dedeoğlu onu Bafra’da yaşadıkları yıllarda Müslümanlardan gördükleri kadarıyla kendi mezarlıklarında İslami usullere göre toprağa verdi.
Daha sonra Bafralı Rumlar hem Bikmezzade Habil Bey’e şükranlarının ifadesi olarak, hem de mezarının kaybolmaması için lahit yaptırdılar ve buldukları Osmanlı baş ve ayakucu taşını mezara koydular.
Lahitin üstüne de Bikmezzade’nin kim olduğunu anlatan bir kitabe koyarak şöyle yazdılar:
“Bafralı Rum dostu Çerkes Bikmezzade Habil  Bey biz komşuları uğruna 1921 yılında kendi hayatını hiçe sayarak tüm malını mülkünü bırakıp 122 Rum komşusunun hayatını kurtardı ve 1926 yılında çete reisi dostu Hippokratis Dedeoğlu’nun yanında hayata veda etti. Dünya durdukça bizler, bizlerin çocukları ona minnettar olacağız. Yunan dostu Çerkes Habil Bey’in anısı ebedi yaşayacak.”
Bu arada Habil Bey’in yeğenleri Eyüp ve Kadir 1940’lı yıllara doğru Bafra’ya dönerek hiçbir kovuşturmaya uğramadan hayatlarına kaldıkları yerden devam etti.
Hippokratis Dedeoğlu da 1943 yılında 47 yaşındayken Makrichori’de öldü ve mübadelede ilk iskân yerleri olan köyde toprağa verildi.

lahit

Çerkezbeyi Habil Bey için yaptırılan lahit

 

…….
Dönem fotoğrafları Antonios Gavriilidis’in Selides Ek Tis Mavris Symforas Tou Pontu adlı kitabından.

Kaynak: Evrensel

Tarihi şapel yıkıldı

Ayvalık’taki Ai Dimitri Manastırı’nın korunması için yöre halkının yaptığı tüm girişimler sonuçsuz kaldı

Balıkesir’in Ayvalık ilçesindeki Cunda Yeniyol üzerinde bulunan Ai Dimitri Manastırı’nın şapelinin korunması için yöre halkının bir süredir yaptığı girişimler sonuç vermedi. 



Ayvalık Tabiat Platformu imza kampanyası başlatırken bir yandan da CİMER’e dilekçeler gönderildi. Dilekçelerde, doğal sit alanında ve korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescilli şapelin gün geçtikçe harap olduğu, duvarlarının her geçen gün yıkıldığı, taşlarının yok olduğu, belirsiz kişilerle farklı alanlarda kullanılmak üzere alındığı ve eski eserin tahrip edildiğinin belirtildiği vurgulanmıştı. Balıkesir Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü tarafından geçen mayıs ayında dilekçelere verilen cevapta, konuyla ilgili gerekli bilgi ve belgelerin Ayvalık Belediye Başkanlığı’ndan istendiği belirtilmişti.

Tahribat belgelenmişti

Her sene bölgeye Balıkesir Üniversitesi Ayvalık Meslek Yüksekokulu Mimari Restorasyon öğrencilerini götüren Yrd. Doç. Dr. Figen Erdoğdu da dört yıl önceki gezilerinde sapasağlam olan şapeli, iki yıl önce bölgede birlikte incelemelerde bulunduğu öğrencileriyle tahrip edilmiş olarak gördü. Öğrenciler ve Erdoğdu bu tahribatı belgeleyerek, önlem alınmasını istedi. Ancak aradan geçen süre zarfında herhangi bir somut adım atılmadı. Tüm girişimlere rağmen restorasyon çalışması yapılmazken önce definecilerin tahrip ettiği şapel, ihmalkârlıklar sonucunda yıkıldı.

BALIKESİR

Kaynak : Yeni Yaşam Gazetesi