30 Ağustos 2020 Pazar

1922'de 'Gavur İzmir'i kim yaktı? *AYŞE HÜR

Bu hafta, tarihimizin utanç sayfalarından birini oluşturan 6-7 Eylül 1955 yağmasının yıldönümü vesilesiyle bir parantez açmaya niyetlenmiştim. Ama 7 Eylül tarihli gazetemizde Foti Benlisoy’un “6-7 Eylül’ün hesabı hâlâ sorulmadı” başlıklı yazısı yayımlanınca yeni bir konu seçmem gerekti. “Yeni” diyorum ama epeydir, hep aynı konuları konuştuğumuz için, yeniliği kendinden menkul bir konu bu.



Mustafa Armağan’ın yönetiminde 6. sayısı çıkan Derin Tarih dergisi, bu ay 9 Eylül 1922’de İzmir’in geri alınışının hemen ardından başlayan ve İzmir’in en mamur, en güzel mahallelerini yok eden büyük yangını kimin çıkardığı konusunu işlemiş. Dergi benden de görüş istemişti, ancak bilgisayarımla ilgili teknik bir sorun yüzünden düşüncelerimi zamanında kaleme alamamıştım. Dergideki yazıları okuduktan sonra, bu aksiliğe çok hayıflandım. Dosya yazarlarından Yaşar Aksoy “İzmir’i Ermeni çeteleri yaktı!” derken, Oktay Gökdemir aynı kesinlikle “İzmir’i Türkler yakmadı!” diyor. (Ünlemler bana ait değil, yazılarının başlıklarında var.) Bestami Bilgiç ise Ermenilerin yangınla ilişkilerini, o dönemde Ermenilerin birçoğunun mülklerini yabancı sigorta şirketlerine sigortalatmış oldukları iddiası (Yazar bu poliçeleri henüz tam olarak görmediğini açıklıyor) üzerinden kurmaya çalışıyor. Dönemin itfaiye müdürünün, yabancı basınının, misyon şeflerinin kâh Ermenileri, kâh Yunanları, kah Türkleri suçlayan yorumlarına dair söyleyeceklerim de vardı ama sınırlı yerimi Türk tarafının İzmir yangını sırasındaki tutumuna ayırmayı daha doğru buldum. 


İster bazı kaynakların iddia ettiği gibi Rum mahallesinden ister daha sonra pek çok kaynağın ittifak edeceği gibi Ermeni mahallesinden çıksın, 13 Eylül’de aslında pek çok noktadan birden başlayan yangın, o ana kadar denizden esen hâkim rüzgâr imbatın yerini, güney-güneydoğu yönünden esen rüzgârın almasıyla 14 Eylül’de batıya doğru yayılmıştı. Yangın 15 Eylül’de kontrol altına alındı ama ancak 18 Eylül’de söndürülebildi. 23 Eylül günü Hisar Camii arkasında yeni bir yangın başladı. Şehrin tekrar güvenli hale gelmesi 30 Eylül’ü bulacaktı. Bu tarihe kadar Ermeni, Rum mahalleleri tamamen, Avrupalıların yaşadığı Frenk mahallesi ise kısmen yanmıştı. Muhtemelen 15 Eylül’de rüzgârın tekrar imbata dönmesi sayesinde Türk ve Yahudi mahalleleri zarar görmemişti.

Yangında yaklaşık 2,6 milyon metrekarelik bir alan, 25 bin ev, işyeri, kilise, hastane, fabrika, depo, otel ve lokanta yok oldu. Türk ordularının önünden İzmir’e doğru sürülen Rum ve Ermeni sayısının İzmir’de yaşayanlarla birlikte 500 bine yakın olduğu, bunların ancak 320 bininin gemilerle tahliye edilebildiği, geri kalan 180 bin kişinin yangın sırasında çeşitli biçimlerde yaşamını yitirdiğini ileri süren kaynaklara göre, şehir gayrimüslim ahalisinden bir anlamda kendiliğinden ‘kurtulmuştu.’ 


Mustafa Kemal’in tavrı 


İzmir’in geri alınışının arifesinde Nif (bugünkü Kemalpaşa) yakınlarındaki Belkahve’den bakarken “Bu şehre bir şey olsaydı çok üzülürdüm” diyen Mustafa Kemal’in yangın sırasındaki tavrı hâlâ bir muammadır.

Mustafa Kemal’in yaveri Salih Bozok’un anlattığına göre alevler ‘Gavur İzmir’i bir kül yığınına dönüştürürken, ileride Mustafa Kemal’in kayınpederi olacak Uşakizade Muammer Bey’in Göztepe’deki köşkünde bir ziyafet verilmekteydi. Bozok şöyle devam eder:

“Gazi, terasta kurulmuş olan sofraya Fevzi ve İsmet paşalardan başka beni, Muzaffer’i ve ev sahibimiz Latife Hanım’ı aldı. Fevzi Paşa Hazretleri’nden başka herkes önündeki kadehleri zevkle doldurdu. Mezeler çeşitli ve nefisti. Fevzi Paşa içki içmediği halde kalamar tavadan tabağına öbek öbek alıyor, ‘Bu İzmir’in kalamarı da pek başka oluyor, aman pek özlemişim’ diye afiyetle yiyordu. Velhasıl herkes son kertesine kadar sofradan ve başlayan geceden memnundu. (Aktaran İsmet Bozdağ, Atatürk’ün Başyaveri Salih Bozok Anlatıyor, Truva Yayınları, 2005, s. 8-9.) 

Salih Bozok, 30 Ocak 1939 tarihli Cumhuriyet gazetesinde başka ayrıntılar da veriyor o ziyafete dair. Bozok’un anlattığına göre denize nazır terasta Mustafa Kemal ile Latife bir ara yalnız kalmışlardı. Latife anne ve babasından, yaptığı işlerden söz ediyordu. Mustafa Kemal de ona Başkumandanlık Meydan Muharebesi’ne ait hatıralarını anlatıyordu. Yangın bütün dehşetiyle sürüyordu. Kordon Boyu ve bugün fuarın yer aldığı alan alevler içindeydi. İki yaver konuşmaları duyuyordu. Mustafa Kemal Latife’ye sordu: “Bu yangın yerinde size ait emlak var mıydı?” Latife, “Emlakimizin mühim bir kısmı yanan sahadadır” demiş ve heyecanla eklemişti: “Paşam isterse hepsi yansın. Yeter ki siz sağ olun.

Bu mesut günleri gören insanlar için malın ne kıymeti olur? Memleket kurtuldu ya. İleride olanları yeniden ve daha mükemmel bir surette yaptırırız.” Bu cevap Mustafa Kemal’in çok hoşuna gitmişti. “Evet! Yansın ve yıkılsın” dedi. “Hepsinin telafisi mümkündür…”

Ankara’dan Yakub Kadri ile birlikte gelerek ziyafete katılan Falih Rıfkı ise Mustafa Kemal’in ‘yalçın ve yırtılmaz sakinlikle’ yangını izlediğini teyit edecekti. Falih Rıfkı’nın yangını kimin çıkarttığı konusundaki düşüncelerini yazının sonunda okuyabilirsiniz. Şimdi devam edelim. Peki, o gün sofrada kalamar ziyafeti çeken Fevzi Paşa’nın düşüncesi nedir? Fevzi Paşa anılarında “Nureddin Paşa’nın kısa görüşü, acı biten iki olaya neden olmuştur. Biri İzmir’in büyük yangını, diğeri Gazi Kemal’in bu yangın münasebetiyle yerleştiği otelden Latife Hanım’ın Göztepe’deki evine yatılı misafiretidir” demekle yetinir. (Süleyman Külçe, Mareşal Fevzi Çakmak, Askeri Hususi Hayatı, I, Cumhuriyet Matbaası, 1953, s. 87.) 
 

Sadece nahoş bir olay mı? 


Fevzi Paşa az konuşur ama önemli bir ifşaatta bulunur. Yangının faili en azından o günlerde, rejimin en önemli, güvenilir adamlarından biri açısından bellidir. Ama nedense Fevzi Paşa’nın bu sözleri tarihin tozlu raflarında unutulur gider.

Fevzi Paşa’nın bu tezini destekleyen bir başka belge, İtilaf Devletleri’nin Fransız Kumandanı Amiral Dumesnil’in 11 Eylül 1922 günü Konak’ta Nureddin Paşa’yla, 15 Eylül 1922 günü de Mustafa Kemal’le Göztepe’de yaptığı görüşme tutanaklarıdır. Buna göre Dumesnil 15 Eylül’de Mustafa Kemal’e, yangını Türklerin çıkardığı yolundaki söylentileri aktarmış ve “Birçok kişi Türklerin ateşe gaz döktüklerini birtakım teferruat ile anlatıyorlar. Ben derhal kurmay heyetimin zabitleri tarafından tahkikat yaptırdım. Bu tahkikat, dolaşan rivayetleri teyit etmedi. [Ancak] Söylendiğine göre İngiliz amirali Türklerin mesuliyetine inanıyor” demiştir. Mustafa Kemal yangının işgalden önce oluşturulan bir teşkilatın eseri olduğunu belirtince, Amiral Dumesnil kendisinden Batılı çevreleri ikna etmek için daha güçlü bir tekzip yapmasını ister. Ancak Mustafa Kemal’den duyabildiği en ağır ifade “Evet bu yangın nahoş bir hadisedir” olur. Amiral bu sözün kendisine biraz zayıf göründüğünü belirtir, ancak Mustafa Kemal’den daha fazlasını duyamaz. Ardından Mustafa Kemal konuşmayı İtilaf Devletleri ile yapılacak barış müzakerelerine getirir ve yangın meselesini kapatır. (İlhan E. Postacıoğlu, Atatürk’ün Önünde Tarih Bakaloryası, Erler Matbaacılık, 1977, s.43-68)

Ancak 17 Eylül 1922’de Mustafa Kemal İstanbul’daki Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey’e bir telgraf göndererek Dumesnil’e sadece ‘bir teşkilat’ diye işaret ettiği şüphelilerin tarifini yapar. Telgrafta sadeleştirilmiş dille şöyle denmektedir: “İzmir yangını hakkında aşağıdaki tarzda beyanatta bulunmak lazımdır. Ordumuz İzmir’i her türlü kazadan muhafaza etmek için şehre girmeden evvel tedbirler almıştır. Ancak Yunanlılar ve Ermeniler daha evvel vücuda getirdikleri teşkilatla İzmir’i toptan yakmaya niyet etmişlerdir. Kiliselerde Hrisostomos’un vermiş olduğu nutuklar ki İslamlar tarafından işitilmişti, İzmir’i yakmak bir dini vazife olarak tebliğ edilmiş bulunuyordu. Yangın bu teşkilat tarafından meydana getirilmiştir…” (Bilal Şimşir, Atatürk’le Yazışmalar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1981, s. 274) 
 

Falih Rıfkı’nın itirafları 

 

18 Eylül’de Halide Edip Hanım, Mustafa Kemal’le birlikte Göztepe’deki eve giderken, Latife Hanım’ın, babası yangında bir servet kaybettiği halde buna aldırmayacak kadar vatansever oluşundan söz edilir. Yemekte Latife Hanım’la Mustafa Kemal birbirinin gözlerinin içine bakarlar.

Peki, İzmir’in simsiyah dev bir çukura dönüşmesine neden olan o korkunç yangın sırasında, gayet soğukkanlı davranan, ziyafetlere katılan, ileride eşi olacak Latife Hanım’la romantik anlar yaşayan, yangını ise ‘nahoş bir olay’ diye geçiştiren Mustafa Kemal daha sonra İzmir yangını hakkında konuşmuş mudur?


Maalesef hayır. Örneğin İzmir’de hâlâ irili ufaklı yangınlar sürerken 4 Ekim 1922 günü TBMM’nin gizli celsesinde yaptığı konuşmada yangına tek bir cümle ile bile değinmemiştir. Daha sonraki oturumlarda da Sakallı Nureddin Paşa ve şürekâsının gasp ettiği mallardan, başıbozuk Türk birliklerinin şehirde meydana getirdiği hasarlardan bahsedilmiş ama yangına, yangını kimin çıkardığına değinilmemiştir. Sanki milletvekilleri için böyle bir yangın yoktur. Mustafa Kemal, CHP’nin 15-20 Ekim 1927 tarihinde Ankara’da toplanan ikinci kurultayında Parti Genel Başkanı sıfatıyla yaptığı 36,5 saatlik Nutuk’ta tam 16 sayfa boyunca, Sakallı Nureddin Paşa’yı yerden yere vurduğu halde İzmir yangınına dair tek kelime etmemiştir. Peki daha sonra, hemen her konuda konuşan, her konuda fikrini bildiğimiz Mustafa Kemal, İzmir yangını hakkında konuşmuş mudur? İlginçtir, hayır, konuşmamıştır.

Peki, Mustafa Kemal’in yangın konusundaki suskunluğunun ve Nureddin Paşa hakkındaki bu öfkesinin altında yatan nedir? Bunun cevabı belki de Falih Rıfkı’nın şu satırlarında gizlidir: 

“Gâvur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitti. Yangından sorumlu olanlar, o zaman bize söylendiğine göre, sadece Ermeni kundakçıları mı idi? Bu işte o zamanki ordu komutanı Nureddin Paşa’nın hayli marifeti olduğunu da söyleyenler çoktu. Atatürk’ün Nureddin Paşa’yı eskiden beri sevmediği Nutuk’unda görünür. (...) Kibirli, dar kafalı, zulüm ve ceberut düşkünü bir kimse idi. Bu yüzden bir zamanlar Millet Meclisi kendini harp divanına verip mahkûm bile ettirmek istemişti. (...) Nureddin Paşa’nın biri İzmir’de, biri İzmit’te tertip ettiği iki linçin hikâyesi gene o vakitler, bizi ikrah içinde bırakmıştır (iğrendirmiştir). Bunlardan biri İzmir metropoliti Meletyos [Hrisostomos], öteki de Peyam-ı Sabah yazarı Ali Kemal’dir.

Bildiklerimin doğrusunu yazmaya karar verdiğim için o zamanki notlarımdan bir sayfayı buraya aktarmak istiyorum: Yağmacılar da ateşin büyümesine yardım ettiler. En çok esef ettiğim şeylerden biri, bir fotoğrafçı dükkânını yağmaya giden subay, bütün taarruz harpleri boyunca çekmiş olduğu filmleri otelde bıraktığı için, bu tarihi vesikaların yanıp gitmesi olmuştur. İzmir’i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbi’nde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, gene bu korku ile yakmıştık. Bu kuru kuru tahripçilik hissinden başka bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe, sanki Hıristiyan ve yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi. Bir harp daha olsa da yenilmiş olsak, İzmir’i arsalar halinde bırakmış olmak, şehrin Türklüğünü korumaya kâfi gelecek miydi? Koyu bir mutaassıp, öfkelendirici bir demagog olarak tanımış olduğum Nureddin Paşa olmasaydı, bu facianın sonuna kadar devam etmeyeceğini sanıyorum. Nureddin Paşa, ta Afyon’dan beri Yunanlıların yakıp kül ettiği Türk kasabalarının enkazını ve ağlayıp çırpınan halkını görerek gelen subayların ve neferlerin affedilmez hınç ve intikam hislerinden de şüphesiz kuvvet almakta idi.” (Falih Rıfkı, Çankaya, s. 324-325.) 

Yıllar sonra İnönü, “[Yangın] Nerede başladı, kim başlattı bilmiyorum (…) İzmir’e girdiğimiz günlerin bende kalan en acı hatırası yangındır. Bu yangınların sebepleri büyük tarih hadiseleri içindeki sebeplerdir. Küçükler emir aldıklarını, büyükler disiplininin kalmadığını söyler” (İsmet İnönü, Hatıralar, I, Bilgi Yayınevi, 1992, s.300) diyerek Falih Rıfkı’yı adeta doğrular.

Bazen suskunluklar, konuşmalar, belgeler kadar anlamlıdır. İzmir’i çok sevdiğini pek çok konuşmasından, tavrından bildiğimiz Mustafa Kemal’in İzmir yangını sırasındaki ve sonrasındaki kayıtsızlığının, suskunluğunun ardında iki ihtimal olabilir. Önce nispeten iyi ihtimal: Mustafa Kemal yangının ‘olağan şüphelisi’ olan Sakallı Nureddin Paşa ve adamlarının üzerine giderek Batılı ülkelerin gözünde kendi ülkesini yakan, imha eden bir hareket olarak damgalanmak istememiş olabilir. Kötü ihtimal ise Mustafa Kemal’in İzmir’in gayrimüslim unsurlardan en radikal biçimde arındırılmasından pek de şikâyeti olmamasıdır. Asıl önemli olan, bu ihtimallerden hangisinin gerçeğe daha yakın olduğudur…

*(Radikal - 9 Eylül 2012)

28 Ağustos 2020 Cuma

Turist rehberlerinden Kariye Müzesi’ne veda: “Dünyada eşi benzeri yoktu, İstanbul’da gezilecek yer kalmadı”

 Kamera: Ali Macit

Turist rehberlerinden bir grup, geçen hafta camiye dönüştürülmesine karar verilen Kariye Müzesi'nin önünde toplanarak açıklama yaptı. 

Rehberler, müzenin camiye dönüştürülme kararını  Medyascope 'tan Alp Akış ve Ali Macit'e  değerlendirdi.





Kariye Müzesi 'nin camiye dönüştürülme kararına üzüldüklerini belirten turist rehberleri,  Ayasofya ' nın ardından Kariye Müzesi'nin camiye dönüştürülmesiyle turistik turların eksik kalacağını belirtti. Diyanet İşleri Başkanlığı'na seslenen rehberler, Kariye'yi müze olarak koruma çağrısında bulundu.


Kaynak

22 Ağustos 2020 Cumartesi

Garo Paylan: “Türkiye’nin çoğulcu hikayesinin tabutuna bir çivi daha çaktığınızın farkında mısınız?”

Mabedin bulunduğu Edirnekapı semti ve çevresinde birçok cami bulunmasına ve ek cami ihtiyacı olmamasına rağmen; Kariye Müzesi, dün yayımlanan bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile camiye dönüştürüldü. HDP'li Paylan, Kariye'nin camiye dönüştürülmesini Meclis gündemine taşıdı

Bizans rönesansının en önemli eserlerinden olan Kariye Manastırı; 1000 yıl kilise, 400 yıl cami olarak inananlara hizmet ettikten sonra, 1948 yılından itibaren müze olarak varlığını sürdürdü. Mabedin bulunduğu Edirnekapı semti ve çevresinde birçok cami bulunmasına ve ek cami ihtiyacı olmamasına rağmen; Kariye Müzesi, dün yayımlanan bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile camiye dönüştürüldü.

HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan, “İstanbul ve Türkiye’nin en çok ziyaret edilen kültürel mekanlarından biri olan Kariye Müzesi’nin camiye çevrilmesi kararı ile ülkemizde bulunan eşsiz bir dünya mirası daha tekçi anlayışa kurban edilmiştir” ifadelerinin yer aldığı soru önergesiyle konuyu Meclis gündemine taşıdı.


Paylan, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yanıtlaması istemiyle Meclis’e soru önergesi sundu. Önergede şu sorular yer aldı:


İnsanlık mirası olan kültürel varlıkları neden camiye çeviriyorsunuz?

Kariye müzesini camiye çevirirken, yüzlerce fresk ve mozaiği nasıl koruyacaksınız?

1945’te Bakanlar Kurulu tarafından alınan Kariye’yi müze yapma kararı, 11 Kasım 2019’da Danıştay tarafından iptal edilmişti. Kariye’yi camiye çevirmek için bu kadar beklemenizin sebebi neydi?

Tarihi kiliseleri camiye çevirerek ülkemizde ve dünyadaki Hristiyanları incittiğinizin farkında mısınız?

Bu kararla, Türkiye’nin çoğulcu hikayesinin tabutuna bir çivi daha çaktığınızın farkında mısınız?


Kaynak: Sendika.Org  

"Camiye dönüşen müzeler İstanbul'un tarihi geçmişini yaralıyor"

Ayasofya’nın ardından Kariye’nin de camiye dönüştürülmesini Türkiye'deki azınlık toplumu üzüntüyle karşılarken, sanat tarihçileri müzelerin camiye dönüştürülmesinin İstanbul'un tarihi geçmişini yaraladığı görüşünde.

Ayasofya'nın yeniden camiye dönüştürülmesinin ardından İstanbul Fatih'te Bizans döneminde kilise olarak inşa edilen, Cumhuriyet döneminde ise müzeye dönüştürülen Kariye'nin de cami olarak ibadete açılmasına karar verildi. Kariye Müzesi Resmi Gazete'de yayınlanan kararla Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredilerek ibadete açılacak.
"Azınlık toplumunun dönme düşünceleri endişelendiriyor"

Türkiye'deki azınlık toplumu karara tepki duyanlardan…. 

Ancak, DW Türkçe'ye konuşan Rum Vakıfları Derneği (RUMVADER) Başkanı Laki Vingas, tepkinin dile getirilmesinde çekinceler olduğunu ifade ediyor. "Azınlık toplumu mensubu kişiler geleneksel olarak kendini yüksek sesle ifade etmemeyi tercih eder, içine kapanır ve açıklamalardan kaçınır" diye sözlerine başlıyor.

Aynı zamanda Kültürel Mirası Koruma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi olan Vingas, müzelerin camiye dönüştürülmesine yol açan kararların üzücü olduğunu belirterek, "Hele İstanbul gibi bir kültür başkenti söz konusuysa, tarihinde 1500 yıllık bir başkent birikimi mevzubahis ise kültürlerin rekabeti asla söz konusu olmamalıdır" diyor.

Laki Vingas, göç olgusuna da işaret ediyor. Azınlık toplumuna mensup gençlerin yurtdışında iş aradığını ve bulduğunu dile getirerek, "Son 15 yılda Yunanistan'dan gelip şehrimize yerleşmiş, buraya entegre olmuş, cemaat hayatına katkı sunan arkadaşlarımızda gördüğüm arayış ve dönme düşünceleri, beni endişelendiriyor" diyor
"Müzeye dönüştürmek, geçmişi sahiplenmekti"

Kariye Müzesi, 6. yüzyılda Kariye Kilisesi olarak inşa edilmişti. Önemli dini merasimlerde saray kilisesi ve şapeli olarak kullanılan tarihi yapı, 1511 yılında Sultan II. Bayezid'in sadrazamlarından Atik Ali Paşa tarafından camiye çevrilmişti. Bakanlar Kurulu'nun 29 Ağustos 1945 tarihli kararıyla da müzeye dönüştürülmüştü.


Sanat tarihçisi Osman Erden, camiye dönüşen müzelerin İstanbul'un tarihi geçmişini ciddi biçimde yaraladığını vurguluyor. Cumhuriyet döneminin bu topraklarda binlerce yıldır yaşamış olan medeniyetlerin zenginliğini kavramaya çalıştığını belirterek, "Ayasofya'nın 1930'lı yıllarda müze yapmalarının nedeni de buydu aslında. Yani Osmanlı’ya ya da İslamiyet'e karşı verilen bir tepkiden ziyade, amaç bütün o geçmişi sahiplenmekti" diyor. Kariye'nin de geçmişe sahip çıkmak amacıyla 1940'lı yıllarda müzeye dönüştürüldüğünü ifade eden akademisyen Erden, "Ayasofya’nın, Kariye'nin tekrardan camiye dönüştürülmesindeki bence en önemli aksayan taraf bu" derken, tarihi geçmişi sahiplenme konusunda haksızlık edildiğini düşünüyor.
"Sembolik hamlelerle, 'Ben hâlâ buradayım' diyor"

Muhafazakârlık üzerine çalışmalarıyla bilinen akademisyen Ayşe Çavdar'a göre, AKP hükümetinin kültürel mirasa yönelik adımları gelecekte siyasi sorunlara yol açabilir. "Erdoğan ve ekibi sanki kendilerinden sonraya hazırlık yapıyor. Yerel seçimlerde kaybettikleri İstanbul'a silinemeyen birtakım izler bırakmaya çalışıyorlar" diyor. Çavdar, AKP sonrasında gelecek siyasi iktidarın, Erdoğan dönemi boyunca kamusal alanın İslamileştirilmesi için atılmış adımların geri alınması konusundai çok önemli bir problemi olacağı kanaatinde… "Özellikle Ayasofya ve Kariye gibi müzeyken camiye dönüştürülmüş yerlerin tekrar müzeye dönüştürülmesi büyük bir problem olacak" diyor.

Ayşe Çavdar, diğer yandan, atılan adımların AKP'nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni kaybetmesinin yansımaları olduğunu da düşünüyor. AKP’nin İstanbul'a büyükşehir belediyesi aracılığıyla müdahale etme şansının olmadığını hatırlatarak, "Onun yerine bu tür sembolik hamlelerle müdahale ederek, 'Ben hâlâ buradayım' diyor. Büyükşehir belediyesinin yokluğunda oluşan siyasi boşluğu Diyanet'le dolduruyor gibi bir durum oluşuyor" diye ekliyor.

Burcu Karakaş

© Deutsche Welle Türkçe

Kaynak: Deutche Welle

Rus Ortodoks Kilisesi'nden Kariye tepkisi: Türkiye sözünü tutmadı

Moskova Patrikhanesi Dış İlişkiler Bakan Yardımcısı Nikolay Balaşov, 'Türkiye yönetiminin Hıristiyan kültürel değerlerine yönelik aşağılayıcı bir kayıtsızlık sergilediğini' söyledi. Balaşov, 'sanat icrasının zarafeti açısından Kariye'nin eşi benzeri olmadığını' dile getirdi.


Moskova Patrikhanesi Dış İlişkiler Bakan Yardımcısı Nikolay Balaşov, ‘Türkiye yönetiminin Ayasofya’nın kültürel değerlerine özgür erişim sözünü tutmadığını ve Hıristiyan kültürel değerlerine yönelik aşağılayıcı bir kayıtsızlık sergilediğini’ dile getirdi. Balaşov, ‘sanat icrasının zarafeti açısından Kariye’nin eşi benzeri olmadığını’ söyledi.


KADINLARA ERİŞİM KISITLANDI’


Balaşov, Sputnik’e açıklamasında, Ayasofya’daki mozaiklerin gün boyunca kapalı tutulduğunu belirterek, “Ayrıca mevcut koşullarda mabedin kültürel değerlerine erişim kadınlar için kısıtlandı. Onlar için ayrılan yerden görüntüleri seyretmek neredeyse imkansız” dedi.


Şimdi aynı uygulamayı Kariye’de de beklediklerini dile getiren Balaşov, “Oysa orada sıva katmanları altında bulunan ve İkinci Dünya Savaşı sonrası restorasyon uzmanları tarafından açılan mozaikler ve freskler, Bizans sanatının ilahi nurla aydınlatılan gerçek hazinesi. Günümüze ulaştığı hali ve sanat icrasının zarafeti açısından pitoresk Kariye kompleksinin eşi benzeri yok” ifadelerini kullandı.


Konstantinopolis Ana Kilisesi’ne ait ruhani ve kültürel değerlerinin Rus Ortodoks Kilisesi tarafından kendine geçen miras olarak algılandığını kaydeden Balaşov, şunları söyledi: “Ve bir zamanlar büyük uygarlığın son maddi izlerinin şimdi nasıl karanlığa gömüldüğünü görmek bizi üzüyor. Tüm bunlar, bu uygarlığın manevi simgesi olan Konstantinopolis Patriğinin, Ortodoks kiliseleri ailesi içindeki eşitler arasında birinci olmak yerine onun tek hükümdarı ve başkanı olmayı tercih ederek eylemleriyle küresel Ortodoks topluluğunun birliğini bölmesi sayesinde mümkün hale gelmiştir. Bunun sonucu maalesef kendi evinde bile tüm etkisini kaybetmiştir. Çok üzücü.” (Kaynak: Sputnik)

Kaynak: Gazete Duvar

21 Ağustos 2020 Cuma

Ìstanbul Edirnekapı''da bulunan Kariye Kilisesi'de camiye çevrilerek diyanete aktarıldı

Milliyetci muhafazakar Recep Tayyip Erdoğan önderliğindeki Türk hükümeti tarihî kiliseler üzerinden provokasyonlarını sürdürmeye devam ediyor. Ayasofya ismini taşıyan tüm kiliselerin camiye çevrilmesi ve ardından diyanete bağlanmasından sonra, provokasyonlar dinmeden devam ediyor.


Edirnekapı'da bulunan iyi korunmuş mozaik ve freskleriyle dünya çapında tanınan Doğu Roma resim sanatının son döneminin önemli ve güzel örneklerini taşıyan mozaikleriyle bilinen ve Orta Çağ'da Rönesans Dönemi'ni veren üstün bir sanat değer taşıyan Kariye Kilisesi de (Ülkedeki Kutsal Kurtarıcı Kilisesi) camiye çevrilerek diyanet işleri başkanlığı devredildi


CNN TÜRK TV'nin hazırladığı haberde de aktarıldığı gibi aslinda  Danıştay 19'uncu Dairesi'nin 2019 yılında kararla Kariye kilisesinin 1945 yılinda edindiği müze statüsünü kaldırmak süretiyle camiye çoktan çevrilmiş, şimdi camiye çevrilmiş olan Kariye kilisesi diyanete aktarılıyor ve ibadete açılıyor. CNN TÜRK Kariye kilisesi haber detayları :

"Kariye Camii ibadete açıldı

İstanbul'un Fatih ilçesinde Bizans döneminden kalma Kariye Camii'nin yönetiminin Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredilerek ibadete açılmasına karar verildi.

 Bugünkü sayısında yer alan cumhurbaşkanı kararına göre, Kariye Camii'nin müze ve müze deposu olarak kullanılmasına 1945 tarihli Bakanlar Kurulu kararının Danıştay 19'uncu Dairesi seçimi ile iptal edilmesi üzerine Kariye Camii'nin Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredilerek ibadete açılmasına karar verildi.

6'NCI YÜZYILDA YAPILDI

6'ncı yüzyılda Kariye Kilisesi olarak inşa edilen bina, İstanbul'un fethinden sonra 1511 yılında Sultan II. Bayezid'in sadrazamlarından olan Atik Ali Paşa tarafından camiye çevrilerek 'Atik Ali Paşa Camii' veya 'Kariye Camii' olarak anılmaya başladı. Bakanlar Kurulu'nun 2 Ağustos 1945 tarihinde hesapla müzeye çevrilen Kariye Camii, Danıştay 19'uncu Dairesi'nin 2019 yılında sonuçla kararla ibadete açılacak.


20 Ağustos 2020 Perşembe

Başbakan Miçotakis: Geçen hafta Yunan ve Türk fırkateynlerinin çarpıştığı bir olay yaşadık

Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, CNN’e yaptığı açıklamalarda Doğu Akdeniz’deki Türk-Yunan gerginliğine değindi.

Miçotakis, “Hükümet olarak göreve geldiğimizden bu yana yaşadığımız şey, Türkiye’nin çeşitli cephelerde tahriklerindeki artış. Farklılığımızın nedeni deniz bölgelerinin sınırları konusudur. Ve Türkiye’ye açıkça söylediğimiz şey, medeni komşular olarak oturup tartışmalıyız ve eğer çözemezsek Uluslararası Lahey Mahkemesi’ne gidip onun karar vermesini beklemeliyiz. Ancak tolerans göstermeyeceğimiz şey, Türkiye’nin tek taraflı eylemleri, bizim Yunan MEB’i olarak gördüğümüz alana Türkiye’nin sadece bir araştırma gemisi değil, aynı zamanda önemli sayıda savaş gemisi göndermesi. Gerilimin hızla yükselme riski vardır. Geçen hafta iki fırkateynin çarpıştığı bir olay yaşadık ve bu bölgede görmek istediğimiz bir şey değil. Elbette egemenlik haklarımızı savunacağız ama asla tırmanış arayanlar olmayacağız.” dedi.

Haberin devamını okumak için linki tıklayınız

15 Ağustos 2020 Cumartesi

Sümela Manastırı'nda 4 yıl sonra ilk ayin

Trabzon'un Maçka ilçesinde Karadağ'ın Altındere Vadisi'ne bakan eteğindeki, 88 yıl aradan sonra 2010'dan beri yılda bir Hristiyan Ortodoksların ayin yapmasına izin verilen Sümela Manastırı'nda 7'nci ayin yapmasına başladı.

Hristiyan aleminde "Meryem Ana'nın göğe yükseliş günü" olarak kabul edilen ve kutsal sayılan yıl dönümünde Hristiyan Ortodokslarca yapılan ayine katılacaklar, sabahlarında minibüslerle tarihi Sümela Manastırı'na gelerek hazırlıklara başladı.

Manastırın giriş jandarma ekipleri güvenlik yapıldı, hassas köpekle manastır içinde arama yapıldı.

Ayin öncesi manastırın girişine gelen, Trabzon Valili kapsamı giriş kartlarıyla iletildi .   

Manastırın restorasyonu 4 yıldır gerçekleştirilecek ayine, Kovid-19 tedbirleri nedeniyle bu yıl yaklaşık 70 kişi katılıyor. 

Avrupa Birliği ( AB ) Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Christian Berger de katılımcılar arasında yer alırken, geçmişte Fener Rum Patriği Bartholomeos'un yönettiği ayini, bu yıl Patrikhane yetkilileri gerçekleştiriyor.

Ayin nedeniyle Sümela Manastırı'na saat 14.00'e kadar heyet başka başka bir ziyaretçi kabul edilmeyecek. Vatandaşlar, manastırı ayinin ardından 14.00-20.00 saatlerinde gezebilecek. 


Haberin okumak için link tiklayiniz  


Sümela Manastırı’nda 5 yıl aradan sonra yapılacak ayin için geldiler

 Trabzon'da, restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından açılışı açılış ve ziyaretçilerini ağırlamaya başlayacak Sümela Manastırı'nda, restorasyon için ara verilen ayin, yarın 5 yılın ardından ilk kez gerçekleştirilecek.

Kaya düşme riskine karşı Eylül 2015'te ziyarete ziyarete kapatılan tarihi manastırın avluya kadar olan bölümü, okuyabilirsiniz projelerin birinci etabının tamamlanması ile 25 Mayıs 2019'da ziyarete açıldı. Bölge turizmine büyük katkı tarihi mekan, Kültür ve  Turizm  Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'un katılımı ve Cumhurbaskanı Recep Tayyip Erdoğan'ın telekon konuşmasıyla ziyarete açıldı.

Sosyal mesafe ve maske kuralı ile hijyenin ön planda tutulduğu manastır, ateş ölçümü yapıldıktan sonra halinde ziyaretçilerini ağırlıyor.

24 blok halinde dağcı ve 5 mühendisin yürütme içinde hummalı çalışmalarda, manastırın giriş kapısı üzerinde bulunan kama olarak kullanma kayada çelik halat çekme ve test etme çalışmaları yapıldı. Yürütülen çalışmalarla bölgeden bin 100 tondan fazla kaya çekildi. Yaklaşık 20 bin külçarelik kaya bölümünde koruma grubu inşaken, manastırın parçası için onun taraf çelik ağlarla örüldü. 600 metrekarelik bariyer çalışmasının tarihi manastır, kurulan sistem sayesinde kaya düşme riskinden arandı.

Sümela Manastırı'nda, 2015'te oğlumun ara verilen ve en son restorasyon çalışmaları kapsamında düzenlenen  ayin , yarın 5 yılın ardından ilk kez gerçekleştirilecek. Koronavirüs nedeniyle Fener Rum Patriği Bartholomeos'un katılmayacağı ve yönetmek üzere yardımcılarının katılacağı bildirilen ayine,  Yunanistan  ve Gürcistan'dan gelen 50'ye yakın  turist  katılacak. Ayine ölçümü, katılacak ve hijyen tedbirleriyle manastıra alınacak. Sümela Manastırı, ayin nedeniyle 10.00-14.00 saatleri arasında ziyaret edildiğinde alımına kapalı olacak. Ayinin tamamlanmasının ardından, tarihi mekan, pandemi tedbirleri kapsayacak şekilde kullanılacak.

Maçka'da Karadağ'ın Altındere Vadisi'ne bakan eteğinde, yaklaşık 300 metre yükseklikteki ormanlık alanda kayaların oyulmasıyla yapılan Sümela Manastırı, halk arasında 'Meryem Ana' adıyla da biliniyor. Hakkında çeşitli rivayetler de bulunan ve bilimsel verilere göre 13'üncü yüzyıl tarihi tarihi manastırda, hizmet sınırları, misafirhane, mutfak ve ayazmanın dışında toplam 72 oda bulunuyor. Manastırda 2010 girişiminde katılmakla düzenlenen ilk ayini, Fener Rum Patriği Dimitri Bartholomeos yönetti.

Kaynak : CNN TÜRK 


13 Ağustos 2020 Perşembe

Yunanistan ile Fransa’dan Akdeniz’de ortak askeri tatbikat

Yunanistan ile Fransa Doğu Akdeniz’de ortak askeri tatbikat gerçekleştiriyor. Tatbikat Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Doğu Akdeniz’de askeri varlıklarını artıracağı açıklamasının akabinde gerçekleşiyor.

Dün de Fransa Savunma Bakanlığı Kıbrıs’a iki Rafale savaş uçağı ve iki Fransız donanma gemisi konuşlandırdığını duyurmuştu.

Kıbrıs’taki Larnaka limanından ayrılan Lafayette sınıfı Fransız fırkateynler Yunan donanması ile ortak tatbikat yapıyor.

Yunan Genelkurmay Başkanlığı, iki ülkenin daimi askeri işbirliği çerçevesinde Türkiye’nin NAVTEX (denizcilere duyuru) ilan ettiği sahayı da kapsayan bölgede bugün ortak askeri tatbikat gerçekleştiğini açıkladı

Hatırlanacağı üzere dün Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Yunanistan’ın da aralarında yer aldığı diğer Avrupalı ortaklarla birlikte Fransa’nın Doğu Akdeniz’deki askerî varlığını artıracağını söylemişti.

Macron ayrıca Türkiye’ye çağrıda bulunarak Doğu Akdeniz’de tek taraflı eylemleri durdurmasını istemişti..

Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ile dün yaptığı görüşme sonrası açıklama yayınlayan Emmanuel Macron “Türkiye’nin tek taraflı doğalgaz arama çalışmalarını durdurması gerektiğini” söyledi.

Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, Fransa Başkanı Emmanuel Macron ve Mısır Başkanı Abdül El Sisi ile birer telefon görüşmesi gerçekleştirmişti. 

Doğu Akdeniz’deki Türk-Yunan gerginliği sonrası Türkiye’ye yaptırım uygulanması talebini dile getiren Yunanistan hükümeti, Avrupa Birliği Dışişleri Bakanlarının Cuma günü yapılacak olağanüstü toplantısında bu talebini tekrarlayacak.

Cuma günü ayrıca Dışişleri Bakanı Nikos Dendias ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile Viyana’da bir araya gelecek.

Öte yandan Dışişleri Bakanı Dendias bugün İsrail’de temaslarda bulunuyor. İsrail Başbakanı Netanyahu ile de görüşen Dendias’ın Başbakan Miçotakis’e İsrail’in açık desteğini aldığını aktarması bekleniyor.

Fransız Savunma Bakanlığı da yaptığı açıklamada “Bu askeri mevcudiyet, Fransa’nın duruma ilişkin özerk değerlendirmesini güçlendirmeyi amaçlıyor ve ülkenin Akdeniz’de serbest dolaşım, deniz güvenliği ve uluslararası hukuka saygıya bağlılığını onaylıyor” ifadelerine yer verdi.


Kaynak: Azınlıkça 

12 Ağustos 2020 Çarşamba

Fransa Cumhurbaşkanı Macron'dan Türkiye'ye karşı Yunanistan ve Kıbrıs'a Yunanca destek mesajı

 Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki arama çalışmaları nedeniyle Yunanistan ve Kıbrıs'ın egemenliklerini ihlal ettiği iddiasını resmi Facebook hesabından Yunanca paylaştığı bir mesajla yineledi.


"Türkiye'nin egemenlik haklarını ihlal ettiği Yunanistan ve Kıbrıs'a, Fransa'nın tam desteğini bir kez daha yinelemek istiyorum. Avrupa Birliği'ne üye devletlerin deniz bölgelerinde tehditleri kabul etmemeliyiz." diyen Fransa Cumhurbaşkanı Macron, kısa süre içinde Güney Avrupa ülkelerine toplantı çağrısında bulunacağını da belirtti. Fransız lider mesajını "Avrupa kendi egemenliğini savunmalıdır" cümlesi ile noktaladı.

Sabah saatlerinde Elysee Sarayı'nda Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Nicos Anastasiades'i kabul eden Macron, bu egemenlik ihlallerinden dolayı Türkiye'nin cezalandırılması gerektiğini söylemişti.

Kaynak 

10 Ağustos 2020 Pazartesi

Ali Erbaş 'kılıçlı hutbe' açıklaması: Bu durumu garipseyen ve eleştiren yaklaşımları hayretle karşılıyorum

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş , Ayasofya'daki ilk cuma namazında ve bayram namazında kılıçla hutbeye çıkmasına gelen eleştirilere yanıt verirken, "Bu durumu garipseyen, eleştiren, farklı manalara çekmeye çalışan çalışanları hayretle karşılıyorum" dedi.

Erbaş, 86 yıl sonra ibadete açılan Ayasofya'da kılınan ilk cuma namazında ve bayram namazında Osmanlı'daki kılıç geleneğini devam ettirerek minberde kılıçla hutbeyi irad etmişti. Kılıçlı hutbelerin sorumlusu hedefi olan Erbaş, sosyal medya hesabında açıklamada "Kılıçla hutbe geleneğinden, sanki Müslümanların söyleyecek sözü kalmadığı için böyle bir gidildi sonucunu çıkaran bir yaklaşımı, vicdanlara havale ediyorum" ifadelerini kullandı.

Erbaş'ın Twitter hesabı üzerinden anlattığımız:

"Kılıçla hutbe bizim tarihimizde ve geleneğimizde var olan, yaygın bir uygulamadır.

"İstanbul fethed edildiğinde Ayasofya'daki ilk Cuma hutbesi de kılıçla okunmuş ve 481 yıl devam edecek. Hutbenin bu şekilde okunması, bir yönüyle Ayasofya'nın camiye çevrildiğinin ilanı, diğer yönüyle de fethe dair bir mesajdır.

"Kılıçla hutbe geleneği İstanbul, Edirne, Kocaeli, Çanakkale, Kastamonu, Tokat, Balıkesir, Bartın Ülkemizdeki bazı camilerde eskiden uygulanmaktadır. Bu durumu garipseyen, eleştiren, farklı manalara çekmeye çalışanları hayretle karşılıyorum.

"İslam medeniyetinin yürütülmesi ve evrensel insanlık ilkelerini ortaya koyan beyanlarımız görmezden gelinerek kılıçla hutbe geleneğinden, sanki Müslümanların söyleyecek sözü kalmadığı için böyle bir gidileceği sonucunu çıkaran bir yaklaşımı, vicdanlara havale ediyorum."

Kaynak : T24

Sümela Manastırı ibadete açılıyor

 Sümela Manastırı’nda, restorasyon nedeniyle ara verilen ayin, 15 Ağustos'ta 5 yılın ardından ilk kez gerçekleştirilecek. Fener Rum Patriği Bartholomeos, koronavirüs nedeniyle ayine katılmayacak.

Türkiye'nin önemli inanç turizmi merkezlerinden Sümela Manastırı'nda, Şubat 2016'da başlayan restorasyon, çevre düzenlemesi, kayalıkların jeolojik ve jeoteknik bakımdan araştırılması ve güçlendirilmesi çalışmaları tamamlandı. Kaya düşme riskine karşı Eylül 2015'te ziyarete kapatılan tarihi manastırın avluya kadar olan bölümü, çevresinde gerçekleştirilen projelerin birinci etabının tamamlanması ile 25 Mayıs 2019'da ziyarete açılmıştı. Bölge turizmine büyük katkı sunan tarihi mekan, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un katılımı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın telekonferans bağlantısıyla ziyarete açıldı. Sosyal mesafe ve maske kuralı ile hijyenin ön planda tutulduğu manastır, ateş ölçümü yapıldıktan sonra gruplar halinde ziyaretçilerini ağırlıyor.

24 endüstriyel dağcı ve 5 mühendisin bulunduğu ekip tarafından yürütülen hummalı çalışmalarda, manastırın giriş kapısı üzerinde bulunan kama blok olarak adlandırılan kayada çelik halat çekme ve sabitleme çalışmaları yapıldı. Yürütülen çalışmalarla bölgeden bin 100 tondan fazla kaya çekildi. Yaklaşık 20 bin metrekarelik kaya bölümünde koruma alanı oluşturulurken, manastırın korunması için her taraf çelik ağlarla örüldü. 600 metrekarelik bariyer çalışmasının yapıldığı tarihi manastır, kurulan sistem sayesinde kaya düşme riskinden arındırıldı.

Sümela Manastırı’nda, restorasyon çalışmaları nedeniyle ara verilen ve en son 2015’te düzenlenen ayin, 15 Ağustos 2020 Cumartesi günü 5 yılın ardından ilk kez gerçekleştirilecek. Koronavirüs nedeniyle Fener Rum Patriği Bartholomeos’un katılmayacağı ve yönetmek üzere yardımcılarının katılacağı bildirilen ayine, katılımın az olması bekleniyor.

Maçka'da Karadağ'ın Altındere Vadisi'ne bakan eteğinde, yaklaşık 300 metre yükseklikteki ormanlık alanda kayaların oyulmasıyla yapılan Sümela Manastırı, halk arasında 'Meryem Ana' adıyla da biliniyor. Hakkında çeşitli rivayetler de bulunan ve kuruluşu bilimsel verilere göre 13'üncü yüzyıla uzanan tarihi manastırda, hizmet birimleri, misafirhane, mutfak ve ayazmanın dışında toplam 72 oda bulunuyor. Manastırda 2010 yılında binlerce kişinin katılımıyla düzenlenen ilk ayini, Fener Rum Patriği Dimitri Bartholomeos yönetmişti.

Κaynak 

Lübnan’da Osmanlı mirası: Ermeni Soykırımı

Serdar Korucu *

Dünyanın gözü 4 Ağustos'ta Beyrut'ta liman patlaması nedeniyle Lübnan'a çevrildi. Bu süreçte Ankara-Beyrut hattında üst düzey görüşmeler gerçekleşti. İki ülke yaklaşık bir yıl önce bir kriz için rapor çağrısı: Osmanlı…

Ankara-Beyrut hattında 2019 yılındaki gerilimin nedeni, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Aun'un 1 Eylül'de ülkesinin kuruluşunun 100'üncü yıl dönümü nedeniyle paylaştığı mesajdı. Bu mesajda Aun, Osmanlı'nın, Birinci Dünya Savaşı sırasında ülkesinde “devlet terörü” estirdiğini söyledi, kıtlık ve zorla çalıştırmalarının yüzünde insanın mahvolduğunu vurguladı. Ankara ise açıklamaya sert bir yanıt verdi. Dışişleri'ne göre  Mişel Aun'ın açıklamaları  “hezeyan” dı, “tarihi çarpıtma” ydı, “Osmanlı İmparatorluğu'nun 'devlet terörü' yoktu” ve hatta “iddia edildiğinin, Osmanlı dönemi, Ortadoğu'da uzun bir dönem dönemi” ydi.

İki ülke arasında ne tartışılırsa tartışıl sıcaksın, ilişkiler ister soğuk, ister devam etsin ya da etmesin kopsun, Lübnan'ın hafızasında Osmanlı mirası denilince akla gelen konulardan biri, soykırım, Ermeni Soykırımı. Her ne kadar Lübnan Cumhurbaskanı'nın geçen seneki mesajında ​​altı çizilmemiş olsa da…

Lübnan'da 1915'in izini taşıyan önemli yapılardan biri, Antelias'ta bulunan Kilikya Kutsal Makamı Katolikosluğu. Katolikosluğun asıl merkezi Kilikya başkenti Sis'te, yani bugün Adana'nın Kozan ilçesindeydi, kaderi 1915 ile değişti.

Sis'teki Katolikosluğun hizmetindeki binden fazla rahip Ermeni Soykırımı hayatını kaybetti. Katolikos Sahak Khabayan ise 1921'de Ankara güçlerinin bölgeyi Fransa'dan almasıyla Ermeni sürgünlerle birlikte Suriye'ye geçti. Oradan da Lübnan'a…

Yıllarca, 1930’a kadar Katolikosluğun yerleşebileceği bir arazisi olmadı. Sonunda Beyrut’un yakınındaki Antelias’a yerleşti. Kilikya Katolikosluğu’nun Ermeni kilisesi için önemi yadsınamaz. Çünkü kilise hiyerarşisindeki dört kutsal makamdan ikincisi. Katolikosluk, Lübnan ve Suriye’den Kıbrıs’a, Yunanistan’dan İran ve Körfez ülkelerine Ermenilerin dini merkezi konumunu sürdürüyor. Ayrıca Venezuela, ABD ve Kanada’da da ruhani önderlikleri var.

Kilikya Katolikosluğu içerisinde özellikle ziyaretçilerin en çok dikkatini çeken yerlerin başında Kilikya Müzesi geliyor. 1998 yılının Mart ayında Kilikya Katolikosu I. Aram müzenin açılışında “Bu müze Ermeni halkına, kültürde ve inançta yaşayan müzeler yaratan fakat kendisi asla müzelik olmayacak olan bir halka aittir” demişti.

Katolikos’un müzenin inşası için yardım edenlere teşekkür ederken, Lübnan’a duyduğu şükranı da aktarıyordu: “Lübnan’a, Ermeni katliamları sonrasında bizi çok sıcak karşılayan, diaspora Ermenilerinin ikinci vatanı olan bu ülkeye, kültür ve inanç anıtını sunuyoruz.”

Kilikya Katolikosu’nun da müze açılışında vurguladığı gibi, bu müze Ermenilerin Kilikya dönemine dair manevi ve kültürel miraslarının bir kısmını içeriyor. Ermeni Soykırımı’ndan sonra dört bir yana dağılan kültür hazinelerinin bir bölümünü…

Fotoğraf: Serdar Korucu

Müzenin birinci katında Hristiyanlığın kutsal emanetleri, azizlerin beden kalıntısı “relik”leri var. Aziz Nikola, Aziz Sylvestre ve Aziz Bar Sauma’nın sağ elleri gibi… Bunlar müzenin en değerli parçalarından ve altın ve gümüşten yapılan muhafazalar içerisinde saklanıyorlar. Sis’in hazineleri içerisinde çok sayıda başka aziz ve azizelere ait relikler de bulunuyor. Fakat aralarında Katolikosluk’ta bulunup sergilenmeyenler de var elbette. Mesela IV. yüzyılın başında Ermeni kralı III. Dırtad’ı vaftiz etmesi ardından Ermenilerin Hristiyanlığı devlet dini olarak kabul etmesini sağlayan Aziz Krikor Lusaroviç’in (Aydınlatıcı Krikor) sağ eli. Bu relik yılda bir kez, Aziz Krikor gününde ayin için çıkarılmakta ve tüm dünya, cemaat ve su takdis edilmekte. Ayrıca 7 yılda bir takdis edilen Kutsal Myuron yağı için de kullanılmakta. Yani müzede ziyarete açık değil.

Fotoğraf: Serdar Korucu

Katolikosluğun Sis’ten kesin çıkışı, Ermeni Soykırımı’ndan sonra, 1921’de Ankara güçlerinin bölgeyi denetim altına alması ardından yaşandı. Bu tahliye öncesinde Sis’teki rahipler, katedralin mihrabının iki yanında duran mumluklar, 1804’te yapılmış orta nefte yer alan büyük gümüş avize, kilisenin altarında bulunan sunağın ipek perdesi ve Kutsal Myuron yağının gümüş kazanı başta olmak üzere pek çok eseri korumayı başardı. Böylece yok olmadan, daha doğrusu yok edilmekten kurtularak Lübnan’da sergilenebiliyorlar.

Fotoğraf: Serdar Korucu

Müzede gümüş ciltli İnciller, değerli taşlarla süslü dini kitaplar ile buhurlar, gümüş kaplar ve kadehler de bulunuyor. Bu eserlerin bir özelliği soykırım öncesi bir döneme ait olmaları ve Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetindeki bölgelerde, Kilikya’da ve elbette başkent İstanbul’daki Ermenilerin eşsiz el işçiliklerini yansıtması.

Fotoğraf: Serdar Korucu

Müzenin ikinci katında el yazmaları bulunuyor. Bunlar arasında en eşsiz eserlerse Partsırpert İncili ve Ermenice yazılmış kadim ritüeller kitabı Mayr Maşdots. Işıklandırılarak sergilenen el yazmalarının çoğuysa reprodüksiyon. Fakat yine de yüzlerce yıl önceki Ermeni ustaların eserleri hakkında ziyaretçilerine fikir verebiliyorlar. El yazması geleneği 17’nci yüzyılın sonuna kadar devam etti, fakat onların yerini alan matbu kitaplar da müzenin önemli parçaları arasında. Çünkü Ermenice matbaa 1512’de Avrupa’da çalışmaya başladı ve sonrasında 1567’de Osmanlı başkentinde de devam etti. Kilikya Müzesi’nde Venedik, İstanbul, Amsterdam, Marsilya gibi önemli merkezlerdeki ilk matbaalarda basılmış kitap örnekleri var. Aynı katta arkeolojik kalıntılar ve Ermeni madeni paralarına dair geniş bir koleksiyon da bulunmakta.

Fotoğraf: Serdar Korucu

Müzenin ikinci katı 18’inci yüzyıldan 20’nci yüzyıla uzanan halı geleneğini yansıtıyor. Üçüncü kattaysa resimler ve heykeller bulunuyor. Yaklaşık 350 resim ve 20 heykel sergileniyor. Bu katın da özelliği ziyaretçilerine soykırımın birinci, ikinci ve üçüncü jenerasyonunun eserlerini bir arada görme şansı vermesi…

Antelias’taki Katolikosluk manastırı içinde Kilikya Müzesi dışında bir başka yapı daha bulunmakta: Ermeni Soykırım Anıtı. Anıt, Katolikosluk binası gibi, 1922’de soykırımda ebeveynlerini kaybetmiş Ermeni çocukları için yetimhane görevi yapan Amerikan kuruluşu Near East Relief’in binasının arazi üzerine inşa edilmiş.

Fotoğraf: Serdar Korucu

1938’de yapılmış olan bu soykırım anıtı benzerlerinden farklı. Anıtın içine girildiğinde 1918 Aralık’ında Meclis-i Mebusan’da konuşan, Madteos Nalbantyan Efendi’nin sözleri akla gelebilir: “Anadolu Vilayatında bulunan Ermeniler (…) pırasa gibi doğranıldı. Oraları Mezaristan’a döndü.” Bu anıtta o “mezaristan”dan bir bölüm var. Aslında mezarı bile olmayanların, olamayanların anıtı burası.

Türkiye medyasında daha çok Ruanda ya da Bosna gibi soykırımlar sonrası iskeletlerin hepsi Ermeni Soykırımı'ndan kalma. Kilise yetkililerine göre kafatasları ve kemikler 1930'lu dünyada Suriye'den, “Ermenilerin Auschwitz'i” olarak anılan, oğul IŞİD tarafından izleri yok edilmeye çalışılmış Der Zor çölünden getirilmiş ve camdan bir sütunun içinde sergileniyor. İsimleri, doğum dış, cinsiyetleri, yaşları asla bilinmeden, bilinemeden… Ortadoğu'daki, Lübnan'daki Osmanlı mirası olarak…

Fotoğraf: Serdar Korucu

Not : Kilikya Müzesi içindeki fotoğraflar özel izinle çekilmiştir. Rahip Tatul Kardanakyan ve müze rehberi Nare Sağdıçyan ile Alex Köşkeryan'a teşekkürü borç bilirim.

* Gazeteci

Kaynak: Gazete Duvar