31 Temmuz 2020 Cuma

Ayasofya'da bayram vesilesiyle 'Kılıçlı Ali' şov devam etti

Ayasofya'da 24 Temmuz'da kılınan ilk cuma namazında kılıçla hutbe veren Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, hızını alamayarak müslümanların bayramı için de kıldırdiğı 'Kurban Bayramı' namazında da  kılıçla şov yaptı. Diyanet İşleri başkanının Ayasofya'da kılıçlı bayram namazı için Gazete Duvar'ın hazırladığı haberi sizlerle paylaşıyoruz


Ayasofya’da, 86 yıl sonra ilk Kurban Bayramı hutbesini okuyan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın minbere yine elinde kılıçla çıktı.  Erbaş, bayram hutbesinde “Sizleri bayram süresince kurban kesiminde, ziyaretleşmede, bilhassa trafikte anlayışlı ve sabırlı olmaya davet ediyorum.Yüce Rabbimiz, bizleri her türlü kaza ve beladan muhafaza buyursun. Salgın hastalıklardan, savaş ve acılardan halâs eylesin.Nice bereketli bayramlarda buluştursun. Allah’ın selamı, rahmeti, ikram ve inayeti üzerimize olsun” dedi.

Ayasofya’daki bayram namazına TBMM Başkanı Mustafa Şentop da katıldı. Ali Erbaş, korona virüsü tedbirlerine uyulmasını isteyerek şöyle dedi: “Kurbanlarımız bize emanettir. Onları incitmeyelim. Şefkatli ve özenli davranalım. Bayramlar sevinç günleridir. Komşularımızı, akrabalarımızı, hasta, yaşlı ve yalnız kardeşlerimizi bu sevince ortak edelim. Mübarek günlerde dargınlıklara ve küskünlüklere son verelim. Bayramın huzurunu hep birlikte yaşayalım. Ancak hastalıkların yayılmasına sebep olarak bu kıymetli günleri hüzne çevirmeyelim. Maske ve güvenli mesafe kuralına riayet edelim. Bayram günlerinde ve salgın süresince tokalaşmaya, kucaklaşmaya ve musafahaya ara verelim. Ayrıca Arefe günü sabah namazıyla başladığımız ve bayramın dördüncü günü ikindi namazıyla birlikte tamamlayacağımız teşrik tekbirlerini unutmayalım.” 

30 Temmuz 2020 Perşembe

Ayasofya Gerçekleri- Sinan Meydan

“Ayasofya'nın Bizans eserleri için müze haline konulması bilmem ki tefsire muhtaç mıdır? Atatürk'ün geniş ve yüksek fikrini… toleransını… hakikat arayıcılığını… Ve memleketin içtimai ve ilmi bünyesinde vücuda getirdiği hayırlı değişimin derin izlerini, hiçbir şey bu sade misal kadar belirtemez.” (İsmet İnönü, 8 Şubat 1937, Ulus)

Geçtiğimiz haftadan beri Ayasofya'yı tartışıyoruz. Ayasofya'nın yeniden cami olmasını isteyenlerin ortaya attığı bazı iddialar, akıllara durgunluk veriyor. İşte bugün, Atatürk'ün Ayasofya'yı neden ve nasıl müzeye dönüştürdüğünü anlatarak Ayasofya konusundaki o iddialara belgelerle cevap vereceğim.
İNSANLIĞIN ORTAK
KÜLTÜR MİRASI
Ayasofya, 537-1453 arasında kilise1453-1934 arasında cami, 1934'ten beri de müze olarak kullanıldı. Dolayısıyla yaklaşık 1000 yıl kilise, 500 yıl ise cami olarak hizmet veren Ayasofya, toplamda yaklaşık 1500 yıllık, Hıristiyan-Müslüman ve Bizans-Osmanlı “ortak kültür mirası” durumundadır.
Fatih Sultan Mehmet, 1453'te İstanbul'un fethinden sonra “fethin sembolü” ve “kılıç hakkı” mantığıyla ve cami ihtiyacını karşılamak için Ayasofya'yı kiliseden camiye çevirmişti.
16 Mart 1920'de İngilizler, İstanbul'u resmen işgal ettiler. 1923 sonlarına kadar devam eden o işgal sırasında Yunanistan'ın isteği ile İngilizler, bir ara Ayasofya'yı, “çan” takıp kiliseye çevirmeyi düşündüler. Ancak hem Türk kamuoyunun baskısı hem de Hindistan Müslümanlarının tepkisiyle karşılaştılar. Atatürk'ün başkomutanlığında Milli Mücadele'nin kazanılmasıyla Ayasofya'nın kilise olması önlendi.
Ayasofya, Cumhuriyet ilan edildikten sonra, 1923-1934 arasında cami olarak hizmet vermeye devam etti. Hatta Atatürk'ün 1932'de dinde Türkçeleştirme çalışmalarını gerçekleştirdiği camilerden biri de Ayasofya'ydı.

AYASOFYA’NIN MÜZEYE DÖNÜŞTÜRÜLME NEDENLERİ

Atatürk,  20. yüzyılda, Ayasofya'ya, “kılıç hakkı” mantığıyla değil, “uygarlık eseri” gözüyle baktı. Atatürk, Ayasofya'ya “dinsel bir fanatizmle” değil, “kültürel bir bütünsellikle” yaklaştı; Ayasofya'yı cami ve kilise olmasının ötesinde “insanlığın ortak kültür mirası” olarak gördü.
Ayasofya'nın müzeye dönüştürülme kararının arkasında Atatürk Cumhuriyeti'nin yeni tarih görüşünün, yeni insan modelinin ve yeni uygarlık algısının izdüşümleri vardır. Bu bağlamda Atatürk Anadolu'daki bütün uygarlıklara -Türkiye tarihinin bir parçası olarak- sahip çıkmış; o uygarlıkları açığa çıkarmak için kazılar yaptırmış, o uygarlıkların gün ışığına çıkarılan eserlerini sergilemek için de müzeler kurdurmuştu. Ayasofya'nın müzeye dönüştürülmesi de bu yaklaşımın bir eseriydi. Atatürk, nasıl ki Anadolu'da Hitit, Frig, Lidya, İyon vb. Anadolu uyarlıklarının eserlerini sergilemek için birçok ilde arkeoloji müzeleri, Ankara'da bir Etnografya Müzesi'ni kurdurmuşsa; Osmanlı eserlerini sergilemek için İstanbul'da Topkapı Sarayı Müzesi'ni kurdurmuşsa; Bizans ve Osmanlı eserlerini sergilemek için de İstanbul'da Ayasofya Müzesi'ni kurdurmuştu.
1937'de “Financial Times”, Türkiye Cumhuriyeti özel sayısı için Başbakan İsmet İnönü'den Atatürk'le ilgili bir yazı istemişti. İnönü, 5 Şubat 1937'de Cumhuriyet, 8 Şubat 1937'de Ulus gazetelerinde de yayımlanan yazısında şöyle demişti: “Bu memleket, toprağının bir köşesinde, Bizans'tan veya Roma'dan yeni bir eser bulacaklar diye korkardı. Şimdi toprak altından yeni eserler çıkarmaya kendisi çalışıyor. Son Alacahöyük kazıları Tarih Cemiyeti'nin teşebbüsüdür. Neticeler şimdiden dünyanın dikkatini çekmiştir. Ayasofya'nın Bizans eserleri için müze haline konulması bilmem ki tefsire muhtaç mıdır? Atatürk'ün geniş ve yüksek fikrini… Toleransını… Hakikat arayıcılığını… Ve memleketin içtimai ve ilmi bünyesinde vücuda getirdiği hayırlı istihalenin derin izlerini, hiçbir şey bu sade misal kadar belirtemez.”
Ayasofya'nın 1934'te müzeye dönüştürülmesi, herhangi bir dış baskıyla değil, doğrudan doğruya Atatürk'ün özgür iradesiyle verdiği bir karardır. O günlerde Türk-Yunan dostluğunu güçlendirildiği ve Balkan Antantı'nın kurulduğu doğrudur, ancak Ayasofya'nın Türk-Yunan dostluğu ve Balkan Antantı için verilen bir “taviz” olduğu yalandır. Atatürk bu kararı, birilerinin baskısıyla veya birilerini memnun etmek için vermedi; Atatürk bu kararı, tamamen kendi “hümanist” ve “barışsever” dünya görüşü, “bütünsel ve derinlikli” tarih anlayışı ve “insanlığın ortak kültür mirasına” katkıda bulunma isteğiyle verdi.
Falih Rıfkı Atay şöyle diyor: “Ayasofya doğrudan doğruya Atatürk'ün emri üzerine müzeye çevrilmiştir. (…) Atatürk, tarih ve sanat değerini düşünerek Ayasofya'yı müze yapmıştır. Yanında idik. O yapmıştır, hükümet değil. Asla Yunanlıyı düşünerek yapmamıştır.” (Falih Rıfkı Atay, Atatürk Ne İdi, s. 49,50, 138)
İsmet İnönü'nün 1937'de “Financial Times”ın, Türkiye Cumhuriyeti özel sayısı için yazdığı Atatürk konulu yazıdan bir bölüm. <span style="color: #ff0000;">(8 Şubat 1937, Ulus.)</span>
İsmet İnönü'nün 1937'de “Financial Times”ın, Türkiye Cumhuriyeti özel sayısı için yazdığı Atatürk konulu yazıdan bir bölüm. (8 Şubat 1937, Ulus.)

Ayasofya'nın müze olma süreci

Ayasofya, birden bire değil, 1931-1934 yılları arasında 4 yıl devam eden bilimsel, sanatsal çalışmalardan sonra müze oldu.
Ressam Hüseyin Avni (Litij), 22 Aralık 1926 tarihli Vakit gazetesinde “Ayasofya'nın Tamiri” başlıklı makalesinde ilk kez Ayasofya'nın “sanat tarihi” açısından taşıdığı önemden söz etmişti. Yazıda, “Bizans inceliğinin şaheserleri göz göre göre çöküp giderken sanat duygusuyla mütehassıs insanlar bu acıya ilgisiz kalamazlar” demiş ve Sanayi Nefise Encümeni'ni göreve çağırmıştı.
Cumhuriyet hükümeti, 1929'da Sultanahmet Camii'ni restore ettiriyordu. Atatürk, 7 Eylül 1929, saat 11.30'da Sultanahmet Camii'ne giderek caminin onarımı hakkında bilgi almış; bu tarihi caminin süratle ve en iyi şekilde onarılmasını istemişti. Atatürk oradan Ayasofya Camii'ne geçmiş, orada da incelemelerde bulunmuştu. Atatürk, bu ziyareti sırasında Ayasofya'nın harap halini görmüş ve yetkilileri uyarmıştı. İşte Atatürk'ün bu ziyaretinden sonra Ayasofya'nın hem restorasyonuna hem de sanatsal ve tarihsel değerini açığa çıkaracak bilimsel çalışmalara başlandı. Böylece Ayasofya'nın müze olma süreci de başlamış oldu.
7 Haziran 1931 tarihli ve 11195 sayılı “Gazi Mustafa Kemal” imzalı Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile Amerikan Bizans Enstitüsü'nün kurucu müdürü Amerikalı Arkeolog Prof. Thomas Whittemore'a, Ayasofya'da sıvaların altında kalan mozaikleri çıkarma izni verildi. Prof. Whittemore, Uzman Mimar Macit Bey eşliğinde 1931'de mozaikleri gün yüzüne çıkarmaya başladı. Prof. Whittemore mozaik çalışmalarını sürdürürken Prof. Schneider de Ayasofya dışında yaptığı kazılarla 415'te yapılan binanın kalıntılarını ortaya çıkardı.
14 Kasım 1932'de Yunus Nadi, Cumhuriyet'te “Ayasofya'nın Mozaikleri: İlme Hürmet Lazımdır” başlıklı yazısında Ayasofya'dan “insani ve tarihi bir abide” olarak söz etmişti. Yunus Nadi şöyle demişti: “Amerikalı âlim mozaikleri temizlerken biz de etraftaki atıkları kaldırarak insanlığa olduğu kadar memleketimize de şeref olan bu yüksek medeniyet eserini Türklüğe de şeref verecek bir vaziyete dönüştürmüş olalım. Bize düşen vazife budur, onun karşısında bize yakışabilecek fikir ve hareket budur. Artık Ayasofya dini bir mabet olmaktan ziyade insani ve tarihi bir abidedir.” Aynı gün yine Cumhuriyet'te Halil Ethem Bey'in, Ayasofya mozaikleri için “Bunlar artık dini değil, yalnız ilmi mahiyeti haiz, yüksek kıymetli eserler” diye bir beyanatı yayınlanmıştı. Yunus Nadi'nin bu yazısı, Halil Ethem'in bu beyanatı, Ayasofya'nın gerçekten de “insanlığın ortak kültür mirası” yaklaşımıyla müze yapılacağını gözler önüne sermektedir.
Böylece bir taraftan restorasyon, mozaik ve kazı çalışmaları devam ederken diğer taraftan da Ayasofya'nın müze olması gündeme geldi. Çünkü Ayasofya'da yapılan çalışmalarla ortaya çıkarılan Bizans eserlerinin, Hıristiyanlık temalı mozaiklerin sergilenmesi gerekiyordu. Aksi halde cami olarak kullanılan bir yapıda bu tür sanat eserlerini ortaya çıkarmanın bir anlamı yoktu. Ayasofya'da gün yüzüne çıkarılan paha biçilmez sanat eserlerini (mozaik vb.) sergilemenin tek yolu orayı müzeye dönüştürmekti.
Atatürk, Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen'den bir komisyon kurup bu konuda çalışma yapmasını istedi. Abidin Özmen de İstanbul Müzeler Müdürü Aziz Ogan başkanlığında bir komisyon kurdu. Bu komisyon Ayasofya'nın müze olması hakkında bir rapor hazırladı. Bu rapor doğrultusuna Ayasofya müzeye dönüştürüldü.
24 Kasım 1934'te müzeye dönüştürülen Ayasofya, 1 Şubat 1935'te 11 kuruş giriş ücretiyle ziyarete açıldı.

Kararnamedeki imza meselesi

<span style="color: #ff0000;">Atatürk'ün Naim Hazım'a 8 Kasım 1934'te ‘Ülkü Onat' soyadını verirken attığı imza. K ve t'nin üzerinden uzanan birer çizgi, klasik imzasının aksine Atatürk'ün ‘A'sı büyük. Ayasofya Kararnamesi'ndeki imzanın neredeyse aynısı.</span>
Atatürk'ün Naim Hazım'a 8 Kasım 1934'te ‘Ülkü Onat' soyadını verirken attığı imza. K ve t'nin üzerinden uzanan birer çizgi, klasik imzasının aksine Atatürk'ün ‘A'sı büyük. Ayasofya Kararnamesi'ndeki imzanın neredeyse aynısı.
<span style="color: #ff0000;">24 Kasım 1934 tarihli Ayasofya Kararnamesi'ndeki Atatürk imzası. ‘Atatürk' soyadıyla attığı ilk imza. K ve t'nin üzerinden uzanan birer çizgi var, klasik imzasının aksine Atatürk'ün A'sı büyük. Bu imza, Atatürk'ün klasik imzasının ilk halidir.</span>
24 Kasım 1934 tarihli Ayasofya Kararnamesi'ndeki Atatürk imzası. ‘Atatürk' soyadıyla attığı ilk imza. K ve t'nin üzerinden uzanan birer çizgi var, klasik imzasının aksine Atatürk'ün A'sı büyük. Bu imza, Atatürk'ün klasik imzasının ilk halidir.
Ayasofya'yı müzeye dönüştüren 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesi'ndeki imzanın Atatürk'e ait olmadığını iddia edenler var. Onlara göre birincisi, kararname çıktığında henüz Atatürk'e soyadı verilmemişti! İkincisi, kararnamedeki imza Atatürk'ün klasik imzasına benzemiyor ve bu imzaya başka hiçbir yerde rastlanmıyor! Ancak her iki iddia da temelsizdir. Birincisi, Meclis tutanaklarına göre Atatürk'e soyadı Ayasofya Kararnamesi'nin çıktığı gün, 24 Kasım 1934'te verildi. Belli ki Atatürk, soyadını aldığı gün “Atatürk” soyadıyla ilk resmi imzasını bu kararnameye attı. İkincisi, Atatürk, soyadını almadan 15 gün önce, “Atatürk” imzasını gayri resmi olarak kullanmaya başlamıştı. 8 Kasım 1934 tarihinde Naim Hazım Bey'e, “Ülkü Onat” soyadını verirken de Ayasofya Kararnamesi'nde görülen o imzayı kullanmıştı. Dolayısıyla Atatürk'ün Ayasofya Kararnamesi'ndeki imzasının başka bir belgede olmadığı doğru değildir. Bu iki imzanın, Atatürk'ün kısa süre sonra kullanmaya başlayacağı o klasik Atatürk imzasına benzememesi ise çok doğaldı. Çünkü Atatürk daha yeni soyadı almıştı ve henüz imzası hamdı, oturmamıştı; o bildiğimiz klasik imza şeklini almamıştı.
Ayasofya Kararnamesi'nin Resmi Gazete'de yayımlanmamasına gelince, kimi vakıf eserlerinin kuruluş amacı dışında sosyal ve kültürel amaçlar için kullanılmasına izin veren kararnameler Resmi Gazete'de yayınlanmayabilir.
Ayrıca 1934'te Atatürk sapasağlamken, iç ve dış politikada önemli kararlar alırken, kültür işlerine, özellikle müzelere çok büyük önem verirken, dahası Ayasofya'nın müze yapılması için bizzat bir komisyon kurdurmuşken, Atatürk'ün imzasını taklit ederek bir Bakanlar Kurulu kararı çıkarıp Atatürk'ten habersiz Ayasofya'yı müze yapmak neyin nesidir? Bu mümkün müdür Allah aşkına? “Bu kararname Atatürk öldükten sonra hazırlandı!” demek de mantıksızdır. Çünkü Ayasofya, -basın haberlerinden de rahatlıkla görüldüğü gibi- Atatürk öldükten sonra değil, Atatürk sağken, 1934'te müze yapıldı. Hatta Ayasofya Müzesi açıldıktan 5 gün sonra, 6 Şubat 1935'te Atatürk gidip Ayasofya Müzesi'ni gezdi. Dolayısıyla aslında bu kararnamenin sahte olup olmamasının pek bir anlamı yoktur. Bu kararname hiç olmasa bile Ayasofya'nın 1934'te Atatürk tarafından müze yapıldığı gerçeği değişmez.
Ayasofya'nın bir kısmı müze yapıldı, bir kısmı cami olarak bırakıldı!” iddiası da gerçek dışıdır. Başlangıçta bu durum tartışılmış, ancak daha sonra Ayasofya'nın tamamıyla Bizans-Osmanlı Eserleri Müzesi olmasına karar verilmişti. (Hâkimiyeti Milliye, 8 Eylül 1934)
Atatürk'ün 1930'larda, faşizm çağında “insanlığın ortak kültür mirası” mantığıyla Ayasofya'yı müze yapması, onun aynı zamanda çağını aşmış bir “kültür, sanat ve barış insanı” olduğunu gösteren nadide bir örnektir

29 Temmuz 2020 Çarşamba

Türkiye'nin muhafazakar lideri Erdoğan Istanbul Ayasofya'sından sonra Trabzon'daki Ayasofya'yı da camiye çevirdi

Turkiyenin muhafazakar lideri olan Erdoğan  hız kesmeden kiliseleri camiye çevirmeye devam ediyor. Istanbul'daki büyük Ayasofya'yı televizyon şovlarıyla camiye çeviren Erdoğan şimdi de Trabzon Ayasofya'sinin cami açılışını yaptı . 

Bu arada da tepkileri dindirmek için restorasyonu yılan hikayesine dönen Soumela manastırının da restorasyon işinin tamamlandığını aynı açılışta duyurdu. 

CNN Türk''ün verdigi Trabzon Ayasofya'sınin açılışıyla ilgili haberin tam metni aşağıdadır:

Trabzon’da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından, telekonferans bağlantısıyla tamamlanan restorasyon çalışmalarının ardından açılışı yapılan Ortahisar Ayasofya Camii, ziyaretçilerini ağırlamaya başladı. İki yıl aranın ardından ibadet ve ziyarete açılan tarihi mekandaki fresklerin özel sistemle örtüldüğü, bazı yerlerin de özel camla kaplandığı görüldü.

Türkiye’nin inanç turizmi açısından önemli merkezlerinden biri olan Trabzon’un Maçka ilçesindeki tarihi Sümela Manastırı ile 2013 yılında müzeden camiye dönüştürülen Ayasofya Camii’nde 2 yıl önce başlatılan restorasyon çalışmaları tamamlandı.


Bölge turizmine büyük katkı sunan tarihi mekanlar, Bakan Ersoy’un katılımı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın telekonferans bağlantısıyla ziyarete açıldı

İstanbul’da Ayasofya’nın ibadete açılmasının ardından Trabzon’da, 7 yıl önce müzeden camiye dönüştürülerek restorasyonu başlatılan Ortahisar Ayasofya Camii de ibadete açılmış oldu Cami, 2 yıl süren çalışmaların ardından cemaatiyle buluşurken, yerli ve yabancı turistleri de ağırlamaya başladı. Tarihi mekânda, bir yandan ibadetler yapılırken, diğer yanda tarihi dokuyu görmek isteyenler ise gezi ve incelemelerini sürdürüyor.

28 Temmuz 2020 Salı

Trabzon'daki Ayasofya Camii'ni açan Erdoğan, tarihi eserin dış cephesinin yapılmadığını görünce Bakan'a talimat verdi

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sümela Manastırı 2.Etap Açılış Töreni ve Trabzon Ayasofya Camii Restorasyon Sonrası Açılış Töreni'ne canlı bağlantı ile katıldı. Erdoğan açılış sırasında iki tarihi yapının dış cephe restorasyonunun bir an önce bitirilmesiyle ilgili Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'a talimat verdi.

Erdoğan'ın açıklamalarından satır başları şöyle:

"Milletimizin değerlerine ve kültürüne husumet duyanlar yine Ayasofya üzerinden gerçek niyetlerini ortaya döktüler. Bu kısımların Sümela Manastırı ve Ortahisar Ayasofya Camii için diyecekleri bellidir. Böyle dolaylı yollara hiç gerek yok, milletimiz de tüm insanlık da kimin nerede durduğunu gayet iyi biliyor

AYASOFYA BAHANESİ İLE KİNLERİNİ KUSTULAR"

İstanbul'daki Ayasofya-i Kebir Camii'nin açılışı ülkemizde ve dünyada hakka ve hukuka saygılı olanlar ile zihni ve kalbi kararmış olanları ayıran bir turnusol kağıdı işlevi görmüştür. Milletimizin Anadolu'daki bin yıllık varlığını kabul edemeyenler bir kez daha Ayasofya bahanesi ile kinlerini kustular.

Kimlerin tarihi eserlere ve mabetlere saygılı, kimlerin hoyrat ve yıkıcı davranmayı göstermeye kafidir. Bahçe duvarlarından tavanlarına kadar yeniden inşa ettiğimiz Ortahisar Ayasofya Camii'nin kadim ve kucaklayıcı medeniyet anlayışımızın sembollerinden biri olarak hizmete açıyoruz.

Müdahil olduğumuz her meselede bu perspektifle hareket ediyoruz. Suriye'de mazlumların feryatlarına bigane kalmadıysak, Libya'da da ülkenin meşru yönetiminin işbirliği çağrısını cevapsız bırakmadık. Azerbaycanlı kardeşlerimizin vatanlarını savunma çabalarını aynı anlayışla destekliyoruz. Kendileri bin yıl önceki 500 yıl hesapları bir türlü kapatamayarak, sessiz kalmamızı bekleyenlere elbette verecek cevabımız olacaktır. Mücadele etmeyen zaten baştan teslim olmuştur, kaybetmiştir, zelil duruma düşmüştür.

MİLLETİMİZ HİÇBİR DÖNEM MÜCADELEDEN KAÇMAMIŞTIR"

Mensubu olmaktan şeref duyduğumuz milletimiz tarihinin hiçbir döneminde mücadeleden kaçmamıştır. Bugün de kendimiz ve dostlarımız için siyasi, ekonomik, askeri hangi alanda mücadele gerekiyorsa onu vermekten en küçük bir tereddüdümüz olmaz, taviz vermeyiz. Her zaman dediğimiz gibi başaramayacaksınız, bu milleti teslim alamayacaksınız, bu ülkenin tek karış toprağını bile karanlık emellerinizle kirletemeyeceksiniz.

ARTIK Meryem Ana AYİNİ GERÇEKLEŞTİRİLEBİLECEK"

Özellikle bu sene 15 Ağustos'ta Ortodoks vatandaşlarımızın Sümela manastırında restorasyon döneminde ara verilen Meryem Ana ayinini gerçekleştirebileceklerini bu vesileyle duyurmak istiyorum. Rabbim her şeyden önce yâr ve yardımcımız olsun diliyorum. Bu duygularla Sümela Manastırı ve Ortahisar Ayasofya Camimizin hayırlı olmasını diliyorum."

BAKAN ERSOY'A DIŞ CEPHE TALİMATI

Kurdele kesimi sonrası Sümela Manastırı ve Trabzon Ayasofya Camii'nin dış cephe iyileştirmeleriyle ilgili de Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'a talimat veren Erdoğan, iki eserle ilgili dış cephe iyileştirmelerin bir an önce yapılmasını istedi. Bakan Ersoy ise bu talimat üzerine dış cephe restorasyonlarının 1 Temmuz 2021'e yetiştirileceğini söyledi.

Kaynak: Son dakika com

Bizans kalıntısı olmanın ezikliği ve Ayasofya edebiyatı

Atina’da yıllarca Türk basınına hizmet eden bir gazeteci olarak Ayasofya konusunda sık sık aldığım sorulara karşı kendi deneyim ve düşüncelerimi kaleme almaya karar verdim.
İstanbul kökenli bir Rum ailenin, Ankara’da doğup büyüme şansına sahip olan bir ferdi olarak ‘Türk vatandaşı Rum’ damgasını taşıyorum. 
‘Rum’ kimliği, aslında Doğu Roma İmparatorluğu (yani, Bizans) tebasına mensup olanlara verilen ‘Romalı’ kimliğinin Osmanlı döneminde Türkçeye devşirilmiş halidir.
Bizans’ın başkenti Konstantiniye 1453’te Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildiğinde Doğu Roma İmparatorluğu tebasındaki ‘Romalılar’ Osmanlı tebasına ‘Rum milleti’ olarak kayda geçirildi.
1453’e kadar Ayasofya’nın mülkiyetine sahip Ortodoksların patrikhanesi (bugünün adıyla  İstanbul Rum Patrikhanesi), Ayasofya’nın anahtarlarını ve mülkiyetini Fatih Sultan Mehmet’e teslim etmişti. Patrikhane ise Fatih Sultan Mehmet’in fermanıyla Rum Ortodoks milletinin başı olarak görevine devam etti.  
İstanbul Rumları 1923 Lozan Anlaşması’yla mübadeleden muaf tutuldu ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde Türk vatandaşlığını aldı ve Lozan Anlaşması gereğince ‘Rum azınlığı’ olarak tanımlandı.
Ancak Cumhuriyet döneminde  ve 1938’te Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından sonra Rum kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının başına gelmedik kalmadı.
1950’li yıllarda başlatılan ‘Bizans düşmanlığı’na bugüne dek anlam veren olmadı. 
Bizans İmparatorluğu’nun 1071’te Malazgirt savaşından 1453’te İstanbul’un fethine kadar tüm bölgelerine yönelik akınların sonucunda yok edilmesine rağmen, çocukluğumuzda ilgiyle okuduğumuz ‘Karaoğlan’‘Tarkan’ gibi hayal ürünü çizgi romanlarında, ‘Kahpe Bizans’ gibi tarihle alakası olmayan filmlerde Bizans, sanki Türk topraklarına barbarca saldıran bir imparatorluk olarak gösterildi.  
Oysa Türk topraklarını Bizans değil, Bizans topraklarını Türkler fethetmişti.

Bizans’ın torunları…

Bu ve benzeri ‘anti-Bizans’ propagandalar sayesinde yakın bir tarihe kadar ‘Bizans’ her nedense ‘Türk düşmanlığı’yla özdeşleştirildi.   
Bir aralar arkeologların, rehberlerin bile İstanbul’un altında antik Yunan ya da Bizans dönemine ait bulunan tarihi eserlere  neredeyse ‘Bizans ya da antik Yunan eserleri’ demeye cesaret edemediği gözlendi. Bazı rehberlerin,  üzerinde Yunan harfleriyle yazılı eserleri bile ‘İtalyan (!) eserleri’ olarak sunması yabancı turistler arasında alay konusu oluyordu.  
İstanbul’da rehberlik yapan arkadaşlarımdan biri ‘rehberlik kursunda Bizans’tan hemen hemen hiç söz edilmediğini’ söylediğinde inanamamıştım. 
Dolayısıyla çağımızdaki Rumlar, bir bakıma ‘Bizans’ın torunları’ olarak görüldüğünden, üstüne üstlük Kıbrıs’ta ya da Ege’de çıkan sürtüşmelerde , hiçbir ilgileri olmadığı halde, her zaman hedef olmanın ezikliğini yaşamış; 1955 yılındaki 6-7 Eylül Olayları, varlık vergisi vs. derken ülkeyi terk etmeye başladı. 
Ben bile Ankara’da ilkokula giderken Türk vatandaşı olduğum halde, ‘Bizans’ı ya da ‘Yunan’ı çağrıştıran ‘Rum’ kimliğimi gizlemek için, ne olur ne olmaz, kendimi ‘İtalyan’ olarak tanıttığım yıllar olmuştu.

Ayasofya

Ayasofya’nın ibadete açılmasına Batı ülkeleri arasında en fazla tepkiyi Yunanistan gösterdi.
Yunanların Ayasofya’ya bu denli duyarlı olması, mimarlarının Μilitos’lu  (Milet) İsidoros ve Tralles’li (Aydın) Anthemios’un Helen (Yunan) kökenli olması ve Doğu Roma’nın (Bizans) resmi dilinin Helence (Yunanca)  ve mezhebinin Ortodoks olmasından kaynaklanıyor.  
Ayasofya’nın ‘aslında bir Roma eseri olduğu, Doğu Roma’da kullanılan dilin aslında Latince olduğu, Ayasofya’nın ilk adının Santa Sofiya olduğu’ gibi söylentiler doğru değildir (Buna karşılık İ.S. 324’te Konstantiniye’nin ilk kurucusu Büyük Konstantin’in Yunanca bilmediği, ancak Helen (Yunan) dilini ve kültürünü benimsediği ve Helen dilini resmi dil ilan ettiği doğrudur).
Öte yandan 1500 yıllık Ayasofya hiçbir zaman 1821’de kurulmaya başlayan bugünkü Yunanistan devletinin malı mülkü olmamıştır. 
Ayasofya, 1054 yılına kadar Hristyanlığın en büyük ve en önemli kilisesiydi. 
1054’te Hristiyanlığın Katolikler ve Ortodokslar olarak bölünmesinden sonra ise 1453’e kadar Ortodoksların ‘Mekke’si olmuştu.  
Fetih günlerini yaşayan Nicola Barbaro’ya göre “Bizans ahalisi ve kilisesi, sırf Katoliklere (Papalığa) boyun eğmemek için ve Ortodoksluğu korumak adına ‘Osmanlı sarığını Katolik külahı’na tercih etmişlerdi.”
İstanbul’un 1204’te  -ve 60 yıl boyunca- Haçlı orduları tarafından işgal edilerek talan edilmesi ve Ayasofya’daki eserlerin Venedik’e taşınması, çağımızda İstanbul’u ziyaret eden her bir Papa’nın İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’nden halen ‘özür dilemesi’ne neden oluyor.
Bu yüzden Ortodoks Yunanistan’ın Ayasofya’nın ibadete açılmasına yönelik tepkisi, yapıtla bağlarının tamamen dini, duygusal ve manevi olup kendisini ‘Bizans’ın devamı’ olarak görmesinden değil (kendisini böyle görenler, aşırı milliyetçi ve ciddiye alınmayan marjinal guruplardır), Ayasofya’yı hala ‘Ortodoksluğun simgesi’ olarak gördüğü içindir ve Vatikan dahil, Batı’nın da arzu ettiği gibi müze olarak kalmasını savunmasından kaynaklanıyor.
Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması kararı elbette Yunanistan’a karşı bir  hamle olarak görülemez. 
Türkiye’nin, egemenlik haklarını kullanarak Ayasofya’yı ibadete açmasına kimsenin karışma hakkı olamaz.  
Yunanistan’ın bir yandan Ayasofya meselesinin bir ‘Türk/Yunan meselesi olmadığını’ söylemesi, diğer yandan Ayasofya ibadete açıldı diye bayrakları yarıya indirmesi ya da kiliselerinde matem çanları çalmasına gerekçe olarak Ortodoksların dini duygularında yaratılan psikolojik travma gösterildi.
Peki Ayasofya’nın aniden ibadete açılması kime karşı yapılmış olabilir?
Görüşünü sorduğum bir Yunan diplomata göre bu hamle, “Ayasofya’yı müzeye dönüştüren 1934 kararnamesine karşı.”
Batılı yorumcuların da genel olarak görüşü hemen hemen aynı: “Türkiye’nin karşısında ne Bizans ne Yunanistan ne Vatikan ne de Patrikhane var;  Ayasofya zaten Türkiye’nin egemenliğinde;  düzenlenen görkemli törenler ise Ayasofya’nın sanki yeniden fethi şeklini aldı. Böylelikle Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesini içine sindiremeyenler mutlu edilirken; Ayasofya’yı müzeye dönüştürenlerden sanki 86 yıl sonra acı bir intikam alınmış oldu.”

STELYO BERBERAKİS

Kaynak: Diken 

Rusya: Türkiye, Ayasofya için UNESCO'ya bazı taahhütler verdi

Rusya’nın UNESCO Daimi Temsilcisi Büyükelçi Aleksander Kuznetsov, Türkiye'nin Ayasofya’nın namaz saatleri arasında tüm inançlardan insanlara açık olacağının güvencesini verdiğini belirtti. Kuznetsov ayrıca, Türkiye'nin UNESCO'dan bir heyeti İstanbul'a davet etme ve bilim kurulu oluşturma sözü verdiğini de ifade etti.


Türkiye'nin müzeden camiye dönüştürülerek ibadete açılan Ayasofya için, UNESCO'ya (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) bazı taahhütlerde bulunduğu iddia edildi.
Buna göre Ankara, Dünya Kültür Mirası Listesi’nde bulunan Ayasofya’da bundan sonra yapılacak restorasyon çalışmalarında UNESCO ile işbirliğini kabul etti ve bir uzmanlar heyetini davet etme vaadinde bulundu.
Gazete Duvar'da yer alan habere göre hükümetin, restorasyon için bir bilim konseyi oluşturma taahhüdü verdiği de belirtildi.
"NAMAZ SAATLERİ DIŞINDA AÇIK OLACAĞI GÜVENCESİ VERİLDİ"
Rusya’nın UNESCO Daimi Temsilcisi Büyükelçi Aleksander Kuznetsov, Rus haber ajansı TASS’a yaptığı açıklamada, Ayasofya’nın tamamının ibadete açıldığı cuma gününden önce Türkiye’nin UNESCO Daimi Temsilcisi Altay Cengizer’in bir mektubu dolaşıma soktuğunu söyledi. Rus yetkili, “Türkiye’nin UNESCO Daimi Temsilcisi kurumun genel direktörüne hitaben yazılmış bir mektup dolaşıma soktu. Bu mektupta, Ayasofya’nın namaz saatleri arasında tüm inançlardan insanlara açık olacağının güvencesini verdi” dedi.
BİLİM KURULU KURMA GÜVENCESİ
Kuznetsov, Ankara’nın aynı zamanda Ayasofya’da yapılacak bir dizi restorasyon ve altyapı projeleri için bir bilim kurulu kurma güvencesi verdiğini söyledi. Bu konuda UNESCO uzmanlarına da danışılacağını vurgulayan Rus yetkili, “Şimdi bize, UNESCO uzmanlarına danışmadan hiçbir şey yapmayacaklarına dair güvence ve kurumun uzmanlarını yakın gelecekte İstanbul’a davet etme sözü verdiler” ifadelerini kullandı.
Kuznetsov “UNESCO için bu özellikle önemli çünkü Türk yetkililer uzun bir süre kurumun taleplerine yanıt vermedi ve mabedin statüsünü değiştirmeden önce UNESCO’yla istişarede bulunmadılar” ifadelerini kullandı.
Öte yandan Kuznetsov, UNESCO’daki Türkiye delegasyonunun kısa süre önce Dünya Miras Merkezi Direktörü ve UNESCO’nun Kültürden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Ernesto Ottone Ramírez de dahil, kurumun ye
tkilileriyle bir dizi toplantı yaptığını açıkladı
AYASOFYA'DAKİ ESERLER NEREDE SERGİLENECEK?
24 Temmuz'da ibadete açıldıktan sonra Ayasofya'daki bazı eserlerin sergilenmesi amacıyla bir müzenin hazırlıkları yapılmaya başlandı. Bu kapsamda Sultanahmet'teki İstanbul Tapu ve Kadastro 2. Bölge Müdürlüğü binası müze için boşaltılmaya başlanırken, binadaki eşya ve evrakların Ataşehir'deki binaya taşınacağı belirtildi.
Çalışmaya ilişkin AA muhabirinin sorularını yanıtlayan İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Coşkun Yılmaz, Tapu ve Kadastro binasının, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsis edildiğini söyledi.Yılmaz, "Burada Ayasofya'ya ya ait olup Ayasofya'da değerlendirilemeyen veya Ayasofya müzeye çevrildikten sonra, İstanbul ve farklı bölgelerde, Ayasofya'da toplanan tarihi eserler sergilenecek. Bir anlamda burası Ayasofya'da toplanan eserlerin sergilenme alanı olacak. Müze olarak bu kadastro binası hizmet verecek" dedi.
Kaynak: Birgün 

27 Temmuz 2020 Pazartesi

KKE ve TKP yaptıkları ortak açıklamayla iki ülke arasındaki olası askeri çatışmaya karşı çıktıklarını bildirdiler

Ayasofya tartışmalarına Yunanistan ve Türkiye’deki komünist partileri yayınladıkları ortak açıklamayla müdahil oldular.


Yunanistan ve Türkiye komünist partileri yayınladıkları ortak açıklamayla iki ülke arasındaki olası askeri çatışmaya karşı çıktıklarını bildirdiler
Yunanistan Komünist Partisi KKE ile Türkiye Komünist Partisi TPK tarafından “Burjuvazi ve emperyalist ittifakların çıkarları uğruna orduların karşı karşıya gelmesine hayır!” başlığı altında yayınlanan açıklamada “Yunanistan Komünist Partisi ve Türkiye Komünist Partisi, iki devlet arasındaki ilişkilerde son günlerde yaşanan tehlikeli gelişmelere yönelik derin kaygılarını” ifade etti.
Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi kararına değinilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Türkiye hükümetinin Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi kararının da dinsel meselelerden yobazlık ve halkların bölünmesi lehine faydalanmaya yönelik olduğunu ve Türkiye’de laik güçlere karşı bir saldırı teşkil ettiğini belirtirler. İki parti de insanlığın evrensel kültürel mirasının en iyi korunmuş tarihsel anıtlarından biri olarak Ayasofya’nın müze olarak kalmasını desteklemektedir”
İşte açıklamanın tam metni:

Burjuvazi ve emperyalist ittifakların çıkarları uğruna orduların karşı karşıya gelmesine hayır!

Yunanistan Komünist Partisi ve Türkiye Komünist Partisi, iki devlet arasındaki ilişkilerde son günlerde yaşanan tehlikeli gelişmelere yönelik derin kaygılarını ifade ederken, gerginliğin tırmanmasına ve askeri çatışmaya doğru ilerleyecek her türden eylemi reddeder.
Başka gelişmelerle birlikte, Türkiye hükümetinin Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi kararının da dinsel meselelerden yobazlık ve halkların bölünmesi lehine faydalanmaya yönelik olduğunu ve Türkiye’de laik güçlere karşı bir saldırı teşkil ettiğini belirtirler. İki parti de insanlığın evrensel kültürel mirasının en iyi korunmuş tarihsel anıtlarından biri olarak Ayasofya’nın müze olarak kalmasını desteklemektedir.
İki parti de NATO’nun emperyalist müdahalesiyle ve yabancı güçlerin sürece dâhil olmasıyla kışkırtılan Libya’daki iç savaşın yükselişinin; bunun yanında kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge konusundaki Türk-Yunan anlaşmazlığında bir koz olarak kullanabilmek adına ve Uluslararası Deniz Hukuku ihlâl edilerek deniz yetki alanları üzerinde ulusötesi anlaşmalar oluşturma gayretinin, halkların barış ve güvenliğini daha da fazla tehlikeye attığına inanmaktadır.
İki komünist parti, Türkiye ve Yunanistan burjuvazilerinin birbiriyle girdiği, enerji ve geçiş merkezi olmaya yönelik rekabetin ve bölgedeki enerji varlığının dağıtımı üzerindeki vahşi mücadelenin, iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da karmaşıklaşmasına sebep olduğunu belirtmektedir. Bu rekabet, burjuva sınıflar, tekeller ve emperyalist ittifaklar arasında süren, Suriye ve Libya halklarına hâlihazırda yıkım getirmiş, şimdi de Basra Körfezi’ni tehdit etmekte olan daha büyük bir çatışmanın parçasıdır. Çatışan bu çıkarların, halkların çıkarlarıyla en ufak ilişkisi yoktur!
Bu durum, iki ülkenin emperyalist NATO örgütünde yer almasıyla ve ABD ve AB’nin tehlikeli amaçlarına dâhil olmasıyla daha da büyük bir ciddiyet kazanmaktadır. Türkiye ve Yunanistan halkları, uluslararası kapitalist krizin ve en güçlü kapitalist devletler arasındaki iktidarı yeniden bölüşme eğiliminin yoğunlaştığı koşullarda, güçlü emperyalist devletlerin müdahil oluşuyla meydana gelecek olaylardan olumlu hiçbir şey umut edemez.

Türkiye ve Yunanistan halkları arasında, onları birbirinden ayıracak hiçbir şey yoktur

Bir kez daha ilân ediyoruz ki Türkiye ve Yunanistan halkları arasında, onları birbirinden ayıracak hiçbir şey yoktur. İki halkın çıkarları, gerilimlere ve hatta askeri çatışmalara yol açan kapitalist sömürüye ve sermaye sınıfının çıkarlarına karşı barış içinde yaşama ve kendi gelecekleri için mücadele etme talebinde yatmaktadır. İnsanın insanı sömürmesinin ortadan kalkması ve halkın güncel ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için halkları emperyalist savaşın “kıyma makinesine” götüren bu sebeplerin ortadan kalkması gerekmektedir. Hem Yunanistan’da hem de Türkiye’de emekçi halk iktidara geldiğinde, halklar arasındaki işbirliği ve kardeşliğin gerçek güvencesi bu iki ülkedeki komünistlerin samimiyeti, dayanışması, emperyalizme karşı yurtsever ve enternasyonalist duruşları olacaktır.
Bu doğrultuda, işçi sınıfı enternasyonalizmine sadık olan Yunanistan Komünist Partisi ve Türkiye Komünist Partisi:
Her türden sıcak çatışmaya ve savaş durumuna karşıdır.
Sınır ihlâllerine ve bölgedeki sınırları belirleyen uluslararası anlaşmaların sorgulanmasına karşıdır.
Sınırların ve onları tanımlayan anlaşmaların değişmesine karşıdır.
İki ülkenin, savaş için bir hazırlık aşaması anlamına gelen devasa askeri harcamalarına karşıdır.
Emperyalist müdahalelere ve savaşlara karşıdır.
Tekeller tarafından Ege’deki hidrokarbonların sömürülmesine yönelik rekabete ve bu tekellerin, kârlarını artırma hedefiyle, enerji kaynaklarını kontrol etmek için, çok daha büyük sorunlar yaratarak ve çatışma ihtimalini artırarak, ayrıca çevreyi riske atmak pahasına burjuva sınıflarla “ortak sömürü” planlarına karşıdır. İşçi sınıfının, iki ülkenin halklarının bu planlardan kazanacağı hiçbir şey yoktur.
İki ülkenin, NATO ve yurt dışındaki diğer emperyalist görevlerden askeri güç elde edebilmek adına emperyalist planlara dâhil olmasına karşıdır.
Mücadelemiz, ülkelerimizin NATO ve AB gibi emperyalist birliklerden ayrılması, ülkelerimizdeki ABD ve NATO üslerini kaldırmak içindir.
Türkiye Komünist Partisi
Yunanistan Komünist Partisi
İşte açıklamanın Yunanca tam metnini okumak için lütfen linke tıklayınız 



Kaynak: Azınlıkça 

Çavuşoğlu: Ayasofya ortak ev değil camidir

İspanya Dışişleri Bakanı Arancha Gonzalez Laya’nın Ayasofya için ‘ortak ev’ ifadesini kullanmasına tepki gösteren Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Ayasofya camidir, 1453’ten bu yana camidir. 86 yıl müze olarak kaldı” dedi.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile İspanya Dışişleri, Avrupa Birliği ve İşbirliği Bakanı Laya, Ankara’da ortak basın toplantısı düzenledi.
Çavuşoğlu, mevkidaşı Laya’nın Ayasofya’dan ‘ortak ev’ olarak söz etmesine müdahale ederek, “Ayasofya camidir, 1453’ten bu yana camidir. 86 yıl müze olarak kaldı” dedi.
Çavuşoğlu, “İspanya gibi diğer ülkeler de Ayasofya’nın Türkiye’nin egemenlik meselesi olduğunu kabul ettiler” ifadelerini kullandı.
Yunanistan’ın tepkisini anlamak mümkün değil’
Yunanistan’ın Selanik kentindeki bayrak yakma görüntülerine tepki gösteren Çavuşoğlu, şunları söyledi.
“Yunanistan’ın tepkisini anlamak mümkün değil, bayrak indirme, Türk bayrağını yakma, böyle aciz davranışlar onlara yakışır. Biz Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, Yunanları denize döktükten sonra, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere onların bayrağına saygı gösterdik. Yunanistan’ın şunu kabul etmesi gerekiyor. İstanbul 1453’te feth edildi. 481 yıl Ayasofya cami olarak hizmet etti. 86 yıldır da müze olarak korundu. Bu Türkiye’nin egemenlik meselesidir.”
‘Avrupa Birliği’nin İrini Operasyonu kesinlikle taraflı’
Bakan Çavuşoğlu, Libya’daki gelişmelerle ilgili olarak “Avrupa Birliği’nin İrini Operasyonu kesinlikle taraflı. Hafter’i destekliyor, Libya hükümetini cezalandırıyor” dedi.
İspanya Dışişleri Bakanı Laya da konuşmasında, “Türkiye ile ticari ve ekonomik ilişkilerimiz çok sağlıklı” ifadelerini kullandı.

Kaynak: Özgür Manşet 

26 Temmuz 2020 Pazar

Ayasofya’nın camiye çevrilmesi İslami değerlere uygun mu

Gerçek müminler, Kur’an’ın abidevi ifadesiyle; “Kınayanın kınamasından korkmadan…” (Sofra Bölümü 54. Ayet /Maide 54. Ayet) hakikati söylemekten ve Hakka hizmetten geri durmamak gibi temel bir özelliğe sahiptir.

Bu, aslında başka bir deyimle gerektiğinde cesaretle; “kral çıplak” diyebilmektir.
Gelin, şimdi Ayasofya konusunda “kral çıplak” diyelim.
Gelin hadi, kınayanın kınamasından korkmadan, hakkı söyleyip sözü eğip bükmeden kitabın ortasından konuşalım…
- Ayasofya bir İslam mabedi değildir. Hiçbir zaman da İslam mabedi olmamıştır. Zira kralların / sultanların ihtişam gösterisi için inşa ettikleri hiçbir tapınak Müslümanlar için ibadethane olamaz. Osmanlı padişahı 2. Mehmet, dönemin koşulları çerçevesinde son derece ilerici bir sultandır. Lakin bu, onun her yaptığının İslam’a uygun olduğu anlamına gelmemektedir. Ayasofya’nın camiye çevrilmesi de İslam’a uygun değildir. Sultan Mehmet’in Hazreti Muhammed’in övgüsüne mazhar olduğu iddiası da temelsizdir. Zira bu hususta rivayet edilen malum hadisin mevzu / uydurma olduğu gayet sarihtir.
- İslam mabetleri mimari gösteriş mekânları değildir.  Ayasofya, Justinianus tarafından tam anlamıyla bir ihtişam ve gösteriş için inşa edilmiştir. Bu ihtişam ve gösteriş, Bizans’tan Osmanlı’ya tevarüs etmiştir. İhtişam ve gösteriş, İslam terminolojisinde riya sözüyle ifadeye konulur. Riyanın olduğu yerde takva olmaz.
- İslam mabetlerinin en birincil özelliği, temellerinin takva üzerine kurulmuş olmasıdır. Bir mabet düşünün ki temelinde riya vardır; işte orası asla mesacidullahtan / Allah’ın mescitlerinden sayılmaz. Bu gerçeği Berae Suresi / Uyarı Bölümü 107 ve 108. Ayetlerden / Sözlerden yalın bir biçimde öğreniyoruz. İslam mabetlerindeki yalınlığın önemini ilk mabet olan Kabe’de, Kuba mescidinde ve Medine’deki Mescid-i Nebevî’nin ilk halinde gayet sarih bir biçimde teşhis ve tespit edebiliyoruz
- Kralların / sultanların yaptığı mabetlerin / tapınakların çoğu, iktidarlarını takviye etmek, halk üzerine kurdukları haksız otoritelerini kutsallık zırhıyla sarmalamak ve böylece kalıcı olmaya çalışmak amacını taşır. Krallar / sultanlar kendilerini büyük ölçüde, “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” gibi görürler. Allah adına hüküm sürdüklerini sanırlar. Bunun için de güya Allah’a adanmış dev mabetler yaparlar. Ne var ki bu mabetlerde iman ve ihlasın zerresine denk gelinmez.
- Kralların / sultanların yaptıkları tapınakların çoğu haram mala dayanır. Ayasofya da haram mal ile yapılmıştır. Üstelik Ayasofya’nın temelinde, duvarlarında, kubbesinde yoksul halkın vergileri, kölelerin canı, kanı, teri ve eti vardır. Ayasofya’nın duvarlarında mazlumların, kulakları sağır eden, yakıcı, ağlatıcı ve yürekleri delen çığlıkları vardır. O çığlıkları duyan / duyabilen hiçbir mümin orada namaza durmaz.
- Kutsal Ziyaret Bölümü 40. Söz / Hac Suresi 40. Ayet gereği Yahudi ve Hıristiyanlara ait hiçbir mabet mescide / camiye çevrilemez. Ayasofya kilise iken camiye çevrilmiştir. Bu ise Kur’an’a apaçık bir biçimde aykırıdır.
- Hazreti Muhammed, Yahudi ve Hıristiyanlara ait hiçbir mabedi camiye / mescide çevirmiş değildir. Bu nedenle Ayasofya’nın camiye çevrilmesi Nebevî sünnete de aykırıdır. Bu hususta Hazreti Ömer’in; Kudüs’te Hıristiyan din görevlilerinin kilisede namaz kılma teklifini; ben burada namaz kılarsam ilerde birileri burayı elinizden alır ve camiye çevirir, diyerek reddetmesi şayan-ı dikkattir. Bu dikkatin tarihte ve bugün başka mekânlar için gösterilmeyişi gerçekten düşündürücüdür.“Camiyi yık ama adaleti yıkma!” diyen Halife Ömer’in adaletini kendilerine örnek aldıklarını söyleyenlerin iddialarına uygun hareket etmeleri gerekir. 
- Kralların / sultanların yaptığı mabetlerin / tapınakların çoğu, iktidarlarını takviye etmek, halk üzerine kurdukları haksız otoritelerini kutsallık zırhıyla sarmalamak ve böylece kalıcı olmaya çalışmak amacını taşır. Krallar / sultanlar kendilerini büyük ölçüde, “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” gibi görürler. Allah adına hüküm sürdüklerini sanırlar. Bunun için de güya Allah’a adanmış dev mabetler yaparlar. Ne var ki bu mabetlerde iman ve ihlasın zerresine denk gelinmez.
- Kralların / sultanların yaptıkları tapınakların çoğu haram mala dayanır. Ayasofya da haram mal ile yapılmıştır. Üstelik Ayasofya’nın temelinde, duvarlarında, kubbesinde yoksul halkın vergileri, kölelerin canı, kanı, teri ve eti vardır. Ayasofya’nın duvarlarında mazlumların, kulakları sağır eden, yakıcı, ağlatıcı ve yürekleri delen çığlıkları vardır. O çığlıkları duyan / duyabilen hiçbir mümin orada namaza durmaz.
- Kutsal Ziyaret Bölümü 40. Söz / Hac Suresi 40. Ayet gereği Yahudi ve Hıristiyanlara ait hiçbir mabet mescide / camiye çevrilemez. Ayasofya kilise iken camiye çevrilmiştir. Bu ise Kur’an’a apaçık bir biçimde aykırıdır.
- Hazreti Muhammed, Yahudi ve Hıristiyanlara ait hiçbir mabedi camiye / mescide çevirmiş değildir. Bu nedenle Ayasofya’nın camiye çevrilmesi Nebevî sünnete de aykırıdır. Bu hususta Hazreti Ömer’in; Kudüs’te Hıristiyan din görevlilerinin kilisede namaz kılma teklifini; ben burada namaz kılarsam ilerde birileri burayı elinizden alır ve camiye çevirir, diyerek reddetmesi şayan-ı dikkattir. Bu dikkatin tarihte ve bugün başka mekânlar için gösterilmeyişi gerçekten düşündürücüdür.“Camiyi yık ama adaleti yıkma!” diyen Halife Ömer’in adaletini kendilerine örnek aldıklarını söyleyenlerin iddialarına uygun hareket etmeleri gerekir. 

- Hiçbir cami kiliseye, hiçbir kilise de camiye çevrilmemelidir. Evvelce yapılmış olanlar ya aslına rücu ettirilmeli yahut insanlığa ibret olması için müze statüsüne kavuşturulmalıdır.
- Ayasofya’da 24 Temmuz’da kılınacak ilk Cuma namazının, namaz olmaktan ziyade başka bir manaya büründürülmek istendiğini seziyoruz. O mana, Cumhuriyet’le hesaplaşmayı, Türk milli kimliği yerine Emevi Arap kimliğini inşa etmeyi ve henüz muttali olamadığımız başka bir takım siyasal ve toplumsal hedefleri gerçekleştirme yolunda psikolojik bir hamleyi mi mündemiçtir? Bunun böyle olup olmadığını süreç ilerledikçe daha net bir biçimde müşahede edeceğimizi düşünüyorum.
İSLAMİ BİR GÖREV
Cami; sözcük anlamı olarak birleştiren, toplayan demektir. Müminleri birleştirmek yerine bölen ve bütünleştirmek yerine ayrıştıran mekânlara ismen cami dense bile o mekânların hakiki olarak cami vasfı taşımadığını ilan etmek, bizim için İslamî bir görevdir. Bu cümleden olarak ve tekraren belirtelim ki, Ayasofya cami vasfını haiz bir mekân kesinlikle değildir.
Muaviye döneminde Emevi camilerini terk eden Muhammedî müminlerin imanî, İslamî ve insanî tavrı her müminin kılavuzu olmalıdır.
Esenlik Muhammedî müminlerin üzerine olsun!
Hangi namazın kabule şayan hangisinin ise batıl olduğuna karar mercii, hiç şüphe yok ki yüce Allah’tır. Lakin Rahman ve Alîm olan Allah, bu konuda müminlere kılavuzluk etmesi için bir kısım açıklamaları ayetleriyle ortaya koymaktadır. İşte o ayetlere dayanarak kaleme aldığımız bu metnin gereğince idrak edilmesini dilerim.
Hak katında kabule şayan namazlarda buluşmak temennisiyle…
Cemil Kılıç
Kaynak : Odatv.com