Bu, aslında başka bir deyimle gerektiğinde cesaretle; “kral çıplak” diyebilmektir.
Gelin, şimdi Ayasofya konusunda “kral çıplak” diyelim.
Gelin hadi, kınayanın kınamasından korkmadan, hakkı söyleyip sözü eğip bükmeden kitabın ortasından konuşalım…
- Ayasofya bir İslam mabedi değildir. Hiçbir zaman da İslam mabedi olmamıştır. Zira kralların / sultanların ihtişam gösterisi için inşa ettikleri hiçbir tapınak Müslümanlar için ibadethane olamaz. Osmanlı padişahı 2. Mehmet, dönemin koşulları çerçevesinde son derece ilerici bir sultandır. Lakin bu, onun her yaptığının İslam’a uygun olduğu anlamına gelmemektedir. Ayasofya’nın camiye çevrilmesi de İslam’a uygun değildir. Sultan Mehmet’in Hazreti Muhammed’in övgüsüne mazhar olduğu iddiası da temelsizdir. Zira bu hususta rivayet edilen malum hadisin mevzu / uydurma olduğu gayet sarihtir.
- İslam mabetleri mimari gösteriş mekânları değildir. Ayasofya, Justinianus tarafından tam anlamıyla bir ihtişam ve gösteriş için inşa edilmiştir. Bu ihtişam ve gösteriş, Bizans’tan Osmanlı’ya tevarüs etmiştir. İhtişam ve gösteriş, İslam terminolojisinde riya sözüyle ifadeye konulur. Riyanın olduğu yerde takva olmaz.
- İslam mabetlerinin en birincil özelliği, temellerinin takva üzerine kurulmuş olmasıdır. Bir mabet düşünün ki temelinde riya vardır; işte orası asla mesacidullahtan / Allah’ın mescitlerinden sayılmaz. Bu gerçeği Berae Suresi / Uyarı Bölümü 107 ve 108. Ayetlerden / Sözlerden yalın bir biçimde öğreniyoruz. İslam mabetlerindeki yalınlığın önemini ilk mabet olan Kabe’de, Kuba mescidinde ve Medine’deki Mescid-i Nebevî’nin ilk halinde gayet sarih bir biçimde teşhis ve tespit edebiliyoruz
- Kralların / sultanların yaptığı mabetlerin / tapınakların çoğu, iktidarlarını takviye etmek, halk üzerine kurdukları haksız otoritelerini kutsallık zırhıyla sarmalamak ve böylece kalıcı olmaya çalışmak amacını taşır. Krallar / sultanlar kendilerini büyük ölçüde, “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” gibi görürler. Allah adına hüküm sürdüklerini sanırlar. Bunun için de güya Allah’a adanmış dev mabetler yaparlar. Ne var ki bu mabetlerde iman ve ihlasın zerresine denk gelinmez.
- Kralların / sultanların yaptıkları tapınakların çoğu haram mala dayanır. Ayasofya da haram mal ile yapılmıştır. Üstelik Ayasofya’nın temelinde, duvarlarında, kubbesinde yoksul halkın vergileri, kölelerin canı, kanı, teri ve eti vardır. Ayasofya’nın duvarlarında mazlumların, kulakları sağır eden, yakıcı, ağlatıcı ve yürekleri delen çığlıkları vardır. O çığlıkları duyan / duyabilen hiçbir mümin orada namaza durmaz.
- Kutsal Ziyaret Bölümü 40. Söz / Hac Suresi 40. Ayet gereği Yahudi ve Hıristiyanlara ait hiçbir mabet mescide / camiye çevrilemez. Ayasofya kilise iken camiye çevrilmiştir. Bu ise Kur’an’a apaçık bir biçimde aykırıdır.
- Hazreti Muhammed, Yahudi ve Hıristiyanlara ait hiçbir mabedi camiye / mescide çevirmiş değildir. Bu nedenle Ayasofya’nın camiye çevrilmesi Nebevî sünnete de aykırıdır. Bu hususta Hazreti Ömer’in; Kudüs’te Hıristiyan din görevlilerinin kilisede namaz kılma teklifini; ben burada namaz kılarsam ilerde birileri burayı elinizden alır ve camiye çevirir, diyerek reddetmesi şayan-ı dikkattir. Bu dikkatin tarihte ve bugün başka mekânlar için gösterilmeyişi gerçekten düşündürücüdür.“Camiyi yık ama adaleti yıkma!” diyen Halife Ömer’in adaletini kendilerine örnek aldıklarını söyleyenlerin iddialarına uygun hareket etmeleri gerekir.
- Kralların / sultanların yaptığı mabetlerin / tapınakların çoğu, iktidarlarını takviye etmek, halk üzerine kurdukları haksız otoritelerini kutsallık zırhıyla sarmalamak ve böylece kalıcı olmaya çalışmak amacını taşır. Krallar / sultanlar kendilerini büyük ölçüde, “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” gibi görürler. Allah adına hüküm sürdüklerini sanırlar. Bunun için de güya Allah’a adanmış dev mabetler yaparlar. Ne var ki bu mabetlerde iman ve ihlasın zerresine denk gelinmez.
- Kralların / sultanların yaptıkları tapınakların çoğu haram mala dayanır. Ayasofya da haram mal ile yapılmıştır. Üstelik Ayasofya’nın temelinde, duvarlarında, kubbesinde yoksul halkın vergileri, kölelerin canı, kanı, teri ve eti vardır. Ayasofya’nın duvarlarında mazlumların, kulakları sağır eden, yakıcı, ağlatıcı ve yürekleri delen çığlıkları vardır. O çığlıkları duyan / duyabilen hiçbir mümin orada namaza durmaz.
- Kutsal Ziyaret Bölümü 40. Söz / Hac Suresi 40. Ayet gereği Yahudi ve Hıristiyanlara ait hiçbir mabet mescide / camiye çevrilemez. Ayasofya kilise iken camiye çevrilmiştir. Bu ise Kur’an’a apaçık bir biçimde aykırıdır.
- Hazreti Muhammed, Yahudi ve Hıristiyanlara ait hiçbir mabedi camiye / mescide çevirmiş değildir. Bu nedenle Ayasofya’nın camiye çevrilmesi Nebevî sünnete de aykırıdır. Bu hususta Hazreti Ömer’in; Kudüs’te Hıristiyan din görevlilerinin kilisede namaz kılma teklifini; ben burada namaz kılarsam ilerde birileri burayı elinizden alır ve camiye çevirir, diyerek reddetmesi şayan-ı dikkattir. Bu dikkatin tarihte ve bugün başka mekânlar için gösterilmeyişi gerçekten düşündürücüdür.“Camiyi yık ama adaleti yıkma!” diyen Halife Ömer’in adaletini kendilerine örnek aldıklarını söyleyenlerin iddialarına uygun hareket etmeleri gerekir.
- Hiçbir cami kiliseye, hiçbir kilise de camiye çevrilmemelidir. Evvelce yapılmış olanlar ya aslına rücu ettirilmeli yahut insanlığa ibret olması için müze statüsüne kavuşturulmalıdır.
- Ayasofya’da 24 Temmuz’da kılınacak ilk Cuma namazının, namaz olmaktan ziyade başka bir manaya büründürülmek istendiğini seziyoruz. O mana, Cumhuriyet’le hesaplaşmayı, Türk milli kimliği yerine Emevi Arap kimliğini inşa etmeyi ve henüz muttali olamadığımız başka bir takım siyasal ve toplumsal hedefleri gerçekleştirme yolunda psikolojik bir hamleyi mi mündemiçtir? Bunun böyle olup olmadığını süreç ilerledikçe daha net bir biçimde müşahede edeceğimizi düşünüyorum.
İSLAMİ BİR GÖREV
Cami; sözcük anlamı olarak birleştiren, toplayan demektir. Müminleri birleştirmek yerine bölen ve bütünleştirmek yerine ayrıştıran mekânlara ismen cami dense bile o mekânların hakiki olarak cami vasfı taşımadığını ilan etmek, bizim için İslamî bir görevdir. Bu cümleden olarak ve tekraren belirtelim ki, Ayasofya cami vasfını haiz bir mekân kesinlikle değildir.
Muaviye döneminde Emevi camilerini terk eden Muhammedî müminlerin imanî, İslamî ve insanî tavrı her müminin kılavuzu olmalıdır.
Esenlik Muhammedî müminlerin üzerine olsun!
Hangi namazın kabule şayan hangisinin ise batıl olduğuna karar mercii, hiç şüphe yok ki yüce Allah’tır. Lakin Rahman ve Alîm olan Allah, bu konuda müminlere kılavuzluk etmesi için bir kısım açıklamaları ayetleriyle ortaya koymaktadır. İşte o ayetlere dayanarak kaleme aldığımız bu metnin gereğince idrak edilmesini dilerim.
Hak katında kabule şayan namazlarda buluşmak temennisiyle…
Cemil Kılıç
Kaynak : Odatv.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder