Yannis Vasilis Yaylalı
1. Giriş
6-7 Eylül 1955’te başta İstanbul ve İzmir olmak üzere birçok yerde gerçekleşen pogrom, Türkiye’de azınlıklara yönelik sistematik şiddetin en çarpıcı örneklerinden biridir. Özellikle Rum toplumu hedef alınmış, ancak Ermeni ve Yahudi toplulukları da ciddi şekilde etkilenmiştir. Resmi kaynaklara göre, 4.214 ev, 1.004 iş yeri, 73 kilise, 1 sinagog ve 26 okul tahrip edilmiş; 11 ila 15 kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce kişi yaralanmış ve 50 ila 200 gayrimüslim kadına tecavüz edilmiştir (Güven, 2005; Vryonis, 2005). Ancak İnsan Hakları Derneği (İHD), resmi kayıtların gerçeği tam yansıtmadığını, öldürülen kişi sayısının 37, tecavüz vakalarının ise 400 civarında olduğunu belirtir (İHD, 2024). Dilek Güven (2005), pogromun devlet tarafından organize edildiğini ve azınlıkların ekonomik gücünü kırmak için sistematik bir planın parçası olduğunu belirtir.
Güven, olayların, azınlıkların yalnızca maddi varlıklarını değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel kimliklerini yok etmeyi amaçladığını vurgular. Örneğin, Güven’e göre, pogrom sırasında Rumlara ait dükkânların ve evlerin hedef alınması, ekonomik hayattan dışlanma politikalarının bir uzantısıydı ve bu, Türk burjuvazisinin güçlenmesine hizmet etti (Güven, 2005). Uzay Bulut (2020), pogromu “Türkiye’nin Kristal Gecesi” olarak nitelendirerek, Nazi Almanyası’nın 1938’deki Kristallnacht’ına benzetir ve olayların, azınlıkları sistematik bir şekilde göçe zorlama amacı taşıdığını savunur (Bulut, 2020). Serdar Korucu (2019), Fener Rum Patrikhanesi fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un çektiği fotoğraflara dayanarak, cinsel şiddet vakalarının resmi rakamlardan çok daha yüksek olduğunu ve pogromun toplumsal onuru kırmayı hedeflediğini belirtir (Korucu, 2019). Mihail Vasiliadis, Apoyevmatini gazetesinin genel yayın yönetmeni olarak, 6-7 Eylül olaylarını, ulus-devlet oluşturma sürecinde azınlıkları eritme politikasının bir halkası olarak tanımlar ve olayların, devlet tarafından planlanan bir “eritme programının” parçası olduğunu vurgular (Vasiliadis, 2017). İHD, pogromun titizlikle örgütlenmiş bir özel harp faaliyeti olduğunu ve Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından planlanarak devlet dersini iyi ezberlemiş kalabalıklar tarafından şevkle uygulandığını ifade eder (İHD, 2024).(https://www.ihd.org.tr/6-7-eylul-1955-yalnizca-bir-devlet-operasyonu-mu-2/)
2. Tarihsel Arka Plan
1950’li yıllar, Demokrat Parti (DP) hükümetinin ekonomik sorunlar, Soğuk Savaş dinamikleri ve Kıbrıs meselesiyle karşı karşıya olduğu bir dönemdi. Türkiye, II. Dünya Savaşı sonrası ekonomik krizle mücadele ediyor, aynı zamanda NATO üyesi olarak Soğuk Savaş’ın Batı ittifakı içinde yer alıyordu. Baskın Oran (2005), Cumhuriyetin erken dönemlerinden itibaren uygulanan “Türkleştirme” politikalarının, azınlıkları ekonomik ve sosyal alanlardan dışlamayı hedeflediğini belirtir. 1942 Varlık Vergisi, gayrimüslim toplulukların servetlerini hedef alarak onları ekonomik olarak zayıflatmış; “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları ise kültürel asimilasyonu zorlamıştı (Oran, 2005, s. 123-125). Levent Odabaşı (2022), 6-7 Eylül Pogromu’nu, bu politikaların bir uzantısı olarak değerlendirir ve olayların, “ekonominin millileştirilmesi ve etnik homojenleştirme” amacı taşıdığını savunur (Odabaşı, 2022). Mihail Vasiliadis, olayların arka planını, ulus-devlet oluşturma sevdasında olanların “tek dil, tek din, tek devlet” anlayışıyla şekillendirdiğini belirtir. Vasiliadis’e göre, 6-7 Eylül, 1920’lerden itibaren uygulanan Varlık Vergisi, toplama kampları ve mübadele gibi politikaların bir devamı olarak, azınlıkları sistematik bir şekilde eritmeyi hedefleyen bir zincirin halkasıdır (Vasiliadis, 2017). Kıbrıs meselesi, 1950’lerde Türk-Yunan ilişkilerini oldukça geren temel bir unsur haline geldi. 1955’te, İngiltere’nin sömürgesi olan Kıbrıs’ta iki güçlü akım bulunmaktaydı. İlki, Kıbrıs’ı İngiltere’nin sömürgesi olmaktan çıkarmak istiyordu. İkinci akım ise, Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesini savunuyor ve bunu uluslararası platformlarda dile getiriyordu. İngilizlerin etkisi ve yönlendirmesi altında olan Türkiye ise adanın bölünmesini veya statükonun korunmasını savunuyordu. 29 Ağustos 1955’te Londra’da başlayan Tripartite Konferansı’nda, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıs’ın geleceğini tartışmak üzere bir araya geldi. Speros Vryonis (2005), pogromun, Türk istihbaratı tarafından Selanik’te Mustafa Kemal’in evine Oktay Engin adlı bir öğrenci aracılığıyla bomba yerleştirilmesiyle başlatılan bir “false flag” operasyonu olduğunu belirtir. Bu olay, konferansta Türk tarafının elini güçlendirmek için planlanmış bir provokasyon olarak değerlendirilir (Vryonis, 2005, s. 103-105). Mihail Vasiliadis, bu bağlamda, İngiltere’nin 1945 sonrası azalan küresel egemenliğini telafi etmek için Kıbrıs’ı bir “batmayan uçak gemisi” olarak kullanmak istediğini ve Türkiye’yi bu meseleye çekmek için provokasyonlar yarattığını savunur. Vasiliadis, Patrik Athenagoras’ın o dönemde Türkiye’yi desteklediğini, ancak derin devletin olayları yönlendirdiğini ifade eder (Vasiliadis, 2019). Hatta 6-7 Eylül 1955 pogromu sonrası dahi Patrik Athenagoras “Burada, yerimizde kalacağız. Kiliselerimizi yeniden yapmak, ölülerimizi gömmek, okullarımızı, işyerlerimizi, evlerimizi toparlamak için; Rumlar düştüğü yerden doğrulacaklar ve yerimizde kalacağız. Doğduğumuz, büyüdüğümüz; dedelerimizin ve babalarımızın ‘şimdi kırık dökük de olsa’ mezarlarının bulunduğu bu ülkede kalacağız. Bizler bu ülkede lütuf ve keyfi kararlarla kalmıyoruz. Kalmaya hakkımız oldığı için buradayız.” diyecektir. Uzay Bulut (2020), pogromun, Türkiye’nin azınlıklara yönelik uzun vadeli politikalarının bir parçası olduğunu ve olayların, Rumları ekonomik ve kültürel olarak yok etmeyi hedeflediğini savunur. Bulut, 'Barış İçin Aktivite' sitesinde yayınlanan yazısında, pogromun, Nazi Almanyası’nın Kristallnacht’ına benzer şekilde, devlet destekli bir etnik temizlik operasyonu olduğunu belirtir. Bulut’a göre, olaylar, sadece maddi yıkım değil, aynı zamanda azınlıkların Türkiye’deki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlamıştır (Bulut, 2020).
3. Olayların Seyri
6 Eylül 1955 günü saat 13:00’te, devlet radyosunun “Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalandı” haberi, İstanbul Ekspres gazetesinin iki ayrı baskıyla (290.000 adet) yayıldı ve kitleleri galeyana getirdi (Odabaşı, 2022). Dilek Güven (2005), pogromun, Milli Emniyet Hizmetleri (MAH) ve DP’ye bağlı gruplar tarafından önceden planlandığını, Rumlara ait ev ve iş yerlerinin hedef alınması için adres listelerinin devlet tarafından hazırlandığını belirtir. Güven, bu listelerin, saldırganların hedeflerini sistematik bir şekilde seçmesini sağladığını ve olayların sadece İstanbul’la sınırlı kalmayıp İzmir ve Ankara’ya da yayıldığını vurgular. Örneğin, Güven’e göre, İstanbul’daki Rum mahallelerinde organize çeteler tarafından gerçekleştirilen saldırılar, önceden belirlenmiş hedeflere yönelikti ve bu, devletin olayları kontrol etme niyetinde olmadığını gösterir. Güven, ayrıca, olayların öncesinde kapılara işaretler konulduğunu ve bu işaretlerin, hangi evlerin gayrimüslimlere ait olduğunu belirlemek için kullanıldığını belirtir. Güven, İstiklal Caddesi ve Tahtakale’de dükkânların tahrip edilmesi için kamyonlarla taş getirildiğini ve bu taşların camları kırmak için kullanıldığını ekler (Güven, 2005). İHD, pogromun titizlikle örgütlenmiş bir özel harp faaliyeti olduğunu ve Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından planlanarak devlet dersini iyi ezberlemiş kalabalıklar tarafından uygulandığını vurgular. İHD’ye göre, ellerinde Türk bayrakları taşıyan ve kamyonlarla taşınan kalabalık gruplar, Yeşilköy’den Nişantaşı’na, Aksaray’dan Edirnekapı’ya, Laleli’den Bakırköy’e, Beykoz’dan Kalamış’a, İstinye’den Çengelköy’e kadar 40 kilometre karelik bir alanda Rum, Yahudi, Ermeni ve diğer Müslüman olmayan yurttaşların ev ve iş yerlerine saldırarak yakmış, yıkmış, yağmalamış, linç etmiş, tecavüz etmiş ve öldürmüştür. İHD, resmi kayıtlara göre 37 kişinin öldürüldüğünü, ancak tecavüz vakalarının resmi rakamlarda 60 olarak geçmesine rağmen gerçek sayının 400 civarında olduğunu belirtir. Ayrıca, 90 yaşındaki rahip Hrisantos Mantas’ın diri diri yakıldığını, en az birkaç rahibin bıçakla ve zorla sünnet edildiğini ve onlarca kişinin linç edildiğini aktarır. İHD, olayların sadece İstanbul’la sınırlı kalmadığını, İzmir, Ankara ve hatta Urfa, Mardin ve Midyat’ta Süryanilere yönelik saldırılar gerçekleştiğini vurgular (İHD, 2024).(https://www.ihd.org.tr/6-7-eylul-1955-yalnizca-bir-devlet-operasyonu-mu-2/) Mihail Vasiliadis, 6-7 Eylül olaylarına 15 yaşında bir tezgahtar olarak tanıklık ettiğini ve olayların yaşandığı gün, tanımadığı kişilerin sabahın erken saatlerinde dükkânların önünden geçtiğini gözlemlediğini belirtir. Vasiliadis, kendi apartmanlarının kapıcısı Ahmet Efendi’nin, Türk bayrağıyla kapının önüne çıkarak “Burada gavur yok, hepsi Türk’tür” diyerek kalabalığı engellediğini ve böylece apartmanlarının zarar görmediğini aktarır. Ancak, Vasiliadis, polisin olaylara müdahale etmediğini, hatta bazı polislerin “Ben bugün polis değilim, Türküm” diyerek kalabalığa karıştığını ifade eder. Vasiliadis’e göre, bu durum, polisin önceden “hiçbir şeye karışmama” talimatı aldığını gösterir ve olayların devlet tarafından organize edildiğini doğrular (Vasiliadis, 2018; 2017). Serdar Korucu (2019), Fener Rum Patrikhanesi fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un çektiği fotoğrafların, pogromun vahşetini belgelediğini belirtir. Fotoğraflar, kiliselerin, mezarlıkların ve dini objelerin sistematik bir şekilde tahrip edildiğini gösterir. Özellikle Balıklı Rum Mezarlığı’nda açılan mezarlar ve kırılan haçlar, pogromun dini ve kültürel bir yok etme amacı taşıdığını kanıtlar (Korucu, 2019). Resmi kaynaklara göre pogromun bilançosunu yazının girişinde paylaşmıştık, ancak Vryonis (2005), gerçek rakamların daha yüksek olabileceğini, çünkü resmi raporların olayların boyutunu azaltmaya çalıştığını belirtir (Vryonis, 2005, s. 107). Uzay Bulut (2020), pogromun, azınlıkları korkutarak göçe zorlama amacı taşıdığını ve bu hedefin başarıldığını vurgular. Bulut, pogrom sırasında Rum kadınlara yönelik cinsel saldırıların, toplumun onurunu kırmayı hedeflediğini belirtir. Örneğin, tanık anlatılarına göre, Beyoğlu’nda bir Rum kadınının evine girilerek tecavüze uğradığı ve bu tür olayların, resmi raporlarda gizlendiği ifade edilir (Bulut, 2020). Bulut, ayrıca, pogromun, Rum esnafların dükkânlarının yağmalanmasıyla ekonomik güçlerini kaybetmelerine yol açtığını ve bu durumun, Türk burjuvazisinin güçlenmesini sağladığını savunur (Bulut, 2020). Dilek Güven (2005), bu ekonomik dışlamanın, azınlıkların İstanbul’daki ticari ağlarını çökerttiğini ve özellikle Rum esnafların dükkânlarının hedef alınmasının, devletin “ekonomik Türkleştirme” politikalarının bir parçası olduğunu ekler (Güven, 2005). Sabri Yirmibeşoğlu, 1991’de gazeteci Fatih Güllapoğlu’na verdiği röportajda, “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” diyerek pogromun devlet ve hükümet tarafından yapıldığını itiraf etmiştir (Güllapoğlu, 1991, s. 104). Yirmibeşoğlu, 2010’da Habertürk’e verdiği röportajda bu sözleri yalanlamaya çalışsa da, “Kıbrıs’ta cami yaktık” gibi ifadelerle tartışmayı alevlendirmiştir (Korucu, 2019). Dilek Güven (2005), Yirmibeşoğlu’nun bu itirafının, pogromun Özel Harp Dairesi tarafından organize edildiğini doğruladığını ve devletin, azınlıkları hedef alarak toplumsal düzeni manipüle ettiğini gösterdiğini belirtir (Güven, 2005). İHD, Yirmibeşoğlu’nun itirafını destekleyerek, pogromun Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından planlandığını ve devlet dersini iyi ezberlemiş kalabalıklar tarafından şevkle uygulandığını vurgular (İHD, 2024).(https://www.ihd.org.tr/6-7-eylul-1955-yalnizca-bir-devlet-operasyonu-mu-2/)
4. Sosyo-Politik ve Uluslararası Nedenler
6-7 Eylül Pogromu’nun nedenleri, ekonomik, siyasi ve uluslararası faktörlerin birleşimiyle açıklanabilir. Baskın Oran (2005), DP hükümetinin ekonomik krizle mücadele edemediğini ve Rumları “günah keçisi” yaparak halkın öfkesini yönlendirdiğini belirtir. 1950’lerde Türkiye’de ekonomik sorunlar artmış, enflasyon ve işsizlik halk arasında huzursuzluk yaratmıştı. Rumların ticari hayatta güçlü konumu, milliyetçi söylemlerle birleştiğinde, onları hedef haline getirdi (Oran, 2005, s. 130-132). Levent Odabaşı (2022), pogromun, “iktisadi hayatın Türklere verilmesi” ve etnik homojenleştirme politikalarının bir sonucu olduğunu savunur. Odabaşı, olayların, azınlıklara “misafir” statüsü dayatarak onların ülkede kalıcı olmadıkları mesajını verdiğini belirtir (Odabaşı, 2022). Kıbrıs görüşmeleri, pogromun uluslararası bağlamını oluşturur. Londra’daki Tripartite Konferansı (29 Ağustos-7 Eylül 1955), Türk-Yunan ilişkilerinde bir dönüm noktasıydı. Dilek Güven (2005), pogromun, Kıbrıs meselesiyle bağlantılı olarak Türk devletinin uluslararası alanda elini güçlendirmek için düzenlediği bir provokasyon olduğunu belirtir. Güven, özellikle Selanik’teki bombanın, Türk istihbaratı tarafından planlandığını ve bu olayın, halkı galeyana getirmek için kullanıldığını savunur. Güven, ayrıca, olayların öncesinde Türk basınında Rumlara karşı olumsuz bir imaj yaratıldığını ve bu imajın, halkın öfkesini körüklediğini belirtir (Güven, 2005). Mihail Vasiliadis, bu noktada, dönemin gazetelerinde Rumlara karşı nefret söyleminin yaygın olduğunu ve bu söylemin, toplumda Rumlara yönelik öfkeyi artırdığını ifade eder. Vasiliadis, özellikle “bizden olanlar, bizden olmayanlar” gibi söylemlerin, Peyami Safa gibi yazarlar tarafından kullanıldığını ve bu tür yazılar nedeniyle kendisinin gazetecilik mesleğini seçtiğini belirtir (Vasiliadis, 2017). Uzay Bulut (2020), pogromun, Türk devletinin azınlıklara yönelik sistematik politikalarının bir parçası olduğunu ve olayların, Rumları ekonomik ve kültürel olarak yok etmeyi amaçladığını belirtir. Bulut, 6-7 Eylül pogromunun, Nazi Almanyası’nın Kristallnacht’ına benzer şekilde, devlet destekli bir etnik temizlik operasyonu olduğunu savunur. Bulut, örnek olarak, pogrom sırasında Rum esnafların dükkânlarının yağmalanmasını ve kiliselerin tahrip edilmesini gösterir. Ayrıca, olayların, Rum toplumunun İstanbul’daki varlığını neredeyse tamamen ortadan kaldırdığını ve bu durumun, devletin etnik homojenleştirme politikalarının başarısı olduğunu ifade eder (Bulut, 2020). Alfred-Maurice de Zayas (2007), pogromu “azınlıkları göçe zorlama stratejisi” olarak tanımlar ve uluslararası toplumun, Türkiye’ye yeterli baskı uygulamamasını eleştirir (de Zayas, 2007, s. 89-91). Yassıada yargılamaları, pogromun devlet bağlantısını ortaya koyan önemli bir süreçtir. 1960 darbesinden sonra kurulan Yassıada mahkemelerinde, Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu’nun olayları planladığına dair iddialar gündeme geldi. Menderes, mahkemede olayların “milli hislerin şevkiyle nezih gösteriler” olarak başladığını, ancak kontrolden çıktığını savundu (Güven, 2005). Dilek Güven (2005), Yassıada yargılamalarının, devletin sorumluluğunu örtbas etmeye çalıştığını, ancak mahkeme belgelerinin, pogromun devlet tarafından yönlendirildiğine dair güçlü kanıtlar sunduğunu belirtir. Örneğin, Güven, pogromdan sonra hükümetin olayları “spontane” bir halk hareketi olarak sunmaya çalıştığını, ancak organize çetelerin varlığının ve adres listelerinin devlet tarafından hazırlanmış olmasının bu iddiayı çürüttüğünü savunur. Güven, ayrıca, Fahri Çoker’in arşivindeki fotoğrafların, olayların planlı doğasını belgelediğini ve askeri mahkemelerde bu belgelerin kullanıldığını belirtir (Güven, 2005).
5. Uzun Vadeli Etkiler
6-7 Eylül Pogromu, Türkiye’deki Rum nüfusunun dramatik bir şekilde azalmasına yol açtı. Dilek Güven (2005), 1955’te yaklaşık 100.000 olan İstanbul Rum nüfusunun, pogrom sonrası büyük ölçüde Yunanistan’a ve diğer ülkelere göç ettiğini ve 1970’lere gelindiğinde bu sayının birkaç bine düştüğünü belirtir. Güven, pogromun, Rum toplumunun ekonomik, kültürel ve dini varlığını hedef aldığını ve İstanbul’un çok kültürlü dokusuna onarılmaz bir zarar verdiğini vurgular. Örneğin, Güven, pogromun, Rumların ticari ağlarını çökerttiğini ve bu durumun, Türk burjuvazisinin ekonomik alanda güçlenmesine olanak sağladığını belirtir (Güven, 2005). Serdar Korucu (2019), Kalumenos’un fotoğraflarının, kiliselerin, mezarlıkların ve dini objelerin sistematik bir şekilde tahrip edildiğini gösterdiğini ifade eder (Korucu, 2019). Mihail Vasiliadis, pogromun uzun vadeli etkilerini, hem Rum toplumu hem de Türkiye’nin uluslararası prestiji açısından değerlendirir. Vasiliadis’e göre, 6-7 Eylül olayları, kısa vadede gayrimüslim azınlıklara zarar vermiş, ancak uzun vadede Türkiye’nin prestijine büyük bir darbe vurmuştur. Vasiliadis, olayların, dünya kamuoyunda 1915 olaylarıyla birlikte değerlendirildiğini ve Türkiye’nin Batı’ya entegrasyonunu zorlaştırdığını belirtir. Ayrıca, pogromun, Rum toplumunun Türkiye’ye olan bakışını değiştirdiğini ve birçok Rumu göçe zorladığını ifade eder. Vasiliadis, 1964’te Yunan vatandaşlarının sınır dışı edilmesiyle birlikte Rum nüfusunun 90.000’den 30.000’in altına düştüğünü ve bu erozyonun, Apoyevmatini gazetesinin tirajını da ciddi şekilde etkilediğini vurgular (Vasiliadis, 2019; 2017). Uzay Bulut (2020), pogromun uzun vadeli etkilerini detaylı bir şekilde ele alır. Bulut, pogromun, Rum toplumunun İstanbul’daki varlığını neredeyse tamamen yok ettiğini ve bu durumun, Türk devletinin etnik homojenleştirme politikalarının bir başarısı olduğunu belirtir. Örneğin, Bulut, 6-7 Eylül pogromu sonrası Rumların büyük çoğunluğunun Yunanistan’a veya başka ülkelere göç ettiğini ve İstanbul’un çok kültürlü dokusunun kalıcı olarak zarar gördüğünü vurgular. Ayrıca, pogromun, Ermeni ve Yahudi toplulukları üzerinde de benzer bir korku ve göçe zorlama etkisi yarattığını ifade eder (Bulut, 2020). Bulut, uluslararası basında olayların “etnik temizlik” olarak nitelendirildiğini ve 1995’te ABD Senatosu’nun pogromu anma günü ilan eden bir karar aldığını, ancak Türkiye’nin bu konuda resmi bir adım atmadığını belirtir (Bulut, 2020). Alfred-Maurice de Zayas (2007), Türkiye’nin resmi bir özür veya tazminat sunmamasını eleştirir ve pogromun, azınlık haklarının korunması konusunda uluslararası bir başarısızlık örneği olduğunu belirtir (de Zayas, 2007, s. 91). Pogromun ekonomik etkileri de derin olmuştur. Rumların ticari hayattan dışlanması, Türk burjuvazisinin güçlenmesine yol açmış, ancak bu süreç, İstanbul’un ekonomik ve kültürel çeşitliliğini zayıflatmıştır. Levent Odabaşı (2022), pogromun, “iktisadi hayatın Türklere teslim edilmesi” hedefini gerçekleştirdiğini, ancak bu hedefin, uzun vadede Türkiye’nin kültürel zenginliğini yok ettiğini savunur (Odabaşı, 2022). Dilek Güven (2005), pogromun, azınlıkların sosyal ve ekonomik hayatın dışına itilmesiyle sonuçlanan bir “kültürel soykırım” olduğunu ve bu durumun, Türkiye’nin çok kültürlü mirasını kalıcı olarak yok ettiğini ekler (Güven, 2005).
6. Sonuç
6-7 Eylül 1955 Pogromu, Türkiye’de azınlıklara yönelik sistematik şiddetin ve Türkleştirme politikalarının en açık örneklerinden biridir. Levent Odabaşı’nın (2022) “devlet piyesi” olarak nitelediği pogrom, Sabri Yirmibeşoğlu’nun itiraflarıyla devletin rolü teyit edilmiştir (Odabaşı, 2022). Dilek Güven (2005), pogromun, devletin azınlıkları ekonomik ve kültürel olarak yok etme hedefinin bir parçası olduğunu ve bu hedefe büyük ölçüde ulaşıldığını belirtir. Güven, özellikle Yassıada yargılamalarının, devletin sorumluluğunu örtbas etmeye çalıştığını, ancak olayların planlı doğasının açıkça ortaya çıktığını vurgular (Güven, 2005). Uzay Bulut (2020), pogromu “Türkiye’nin Kristal Gecesi” olarak nitelendirerek, olayların etnik temizlik boyutunu ve Rum toplumunun ekonomik, kültürel ve dini varlığını yok etme hedefini ortaya koyar (Bulut, 2020). Mihail Vasiliadis, pogromun, ulus-devlet oluşturma sürecinde azınlıkları eritme politikasının bir parçası olduğunu ve bu olayların, Türkiye’nin uluslararası prestijine uzun vadeli zararlar verdiğini savunur. Vasiliadis, aynı zamanda, olayların Rum toplumunun Türkiye’ye olan güvenini sarsarak büyük bir göçe yol açtığını belirtir (Vasiliadis, 2019). Serdar Korucu, Baskın Oran, Speros Vryonis ve Alfred-Maurice de Zayas’ın çalışmaları, pogromun, yalnızca maddi bir yıkım değil, kültürel ve demografik bir soykırım olduğunu destekler. İHD, pogromun yalnızca bir devlet operasyonu olmadığını, aynı zamanda halkın katılımının boyutlarıyla da değerlendirilmesi gerektiğini vurgular. İHD’ye göre, resmi tarihi sorgularken devletin suç işlediği, suçunu kabul etmediği, üzerini örttüğü, Rum toplumunun ağır kayıplarını tazmin etmediği ve bir özür bile dilemediği gerçeği açıktır. Ancak, İHD, halkın katılımının yeterince tartışılmadığını belirtir. Speros Vryonis’in çalışmasına atıfla, İstanbul Emniyet Müdürü’nün Yassıada duruşmalarında verdiği 300.000 kişi bilgisini inandırıcı bulmayan Vryonis, eldeki verilere dayanarak bu sayının 100.000 olduğunu belirtir. Bu, o günkü İstanbul nüfusunun onda biri anlamına gelir ve bugünkü nüfusa oranlandığında yaklaşık iki milyon kişinin katılımına denk gelir. İHD, bu ölçekte bir halk katılımının, pogromun toplumsal boyutlarını ve Hristiyan ile Yahudi düşmanlığını bir nefret suçu olarak lanetlemeyi gerektirdiğini ifade eder. İHD, ayrıca, pogromun faillerinin ortaya çıkarılması, can ve mal kayıplarının tespit edilmesi ve mağdurların maddi ve manevi kayıplarının tazmin edilmesi için bir Araştırma Komisyonu kurulmasını talep eder (İHD, 2024). (https://www.ihd.org.tr/6-7-eylul-1955-yalnizca-bir-devlet-operasyonu-mu-2/) Pogrom, Türkiye’nin çok kültürlü mirasına onarılmaz bir zarar vermiştir. İstanbul’un Rum, Ermeni ve Yahudi toplulukları, bu olaylardan sonra Türkiye’yi terk etmeye zorlanmış; şehir, tarihsel çeşitliliğini büyük ölçüde kaybetmiştir. Türkiye’nin bu geçmişiyle yüzleşmesi, resmi bir özür ve mağdurlara tazminat sunulmasıyla mümkündür. Ayrıca, pogromun uluslararası bağlamı, özellikle Kıbrıs görüşmelerindeki provokasyon stratejisi, devletin azınlık politikalarının dış politikayla nasıl iç içe geçtiğini göstermektedir. Gelecekte benzer olayların önlenmesi için, Türkiye’nin azınlık haklarını koruma konusunda daha şeffaf ve kapsayıcı politikalar benimsemesi gerekmektedir.
Kaynakça
Bulut, U. (2020, Eylül 6). 6-7 Eylül 1955: Türkiye’nin Kristal Gecesi. Barış İçin Aktivite. https://barisicinaktivite.net/6-7-eylul-1955-turkiyenin-kristal-gecesi-uzay-bulut/
de Zayas, A.-M. (2007). The Genocide Convention: Historical and Legal Perspectives. New York: Oxford University Press.
Güven, D. (2005). 6-7 Eylül Olayları. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Güllapoğlu, F. (1991). Tanksız Topsuz Harekat: Psikolojik Harekat. İstanbul: Tekin Yayınevi.
İHD. (2024, Eylül 5). 6-7 Eylül 1955: Yalnızca Bir Devlet Operasyonu mu? İnsan Hakları Derneği. https://www.ihd.org.tr/6-7-eylul-1955-yalnizca-bir-devlet-operasyonu-mu-2/ (https://www.ihd.org.tr/6-7-eylul-1955-yalnizca-bir-devlet-operasyonu-mu-2/)
Korucu, S. (2019). Patriklik Fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un Objektifinden 6-7 Eylül 1955. İstanbul: İstos Yayın.
Odabaşı, L. (2022, Eylül 6). 6-7 Eylül 1955: ‘Ne mükemmel özel harp harekâtıydı!’. Sendika.Org. https://sendika.org/2022/09/6-7-eylul-1955-ne-mukemmel-ozel-harp-harekatiydi-665064 Oran, B. (2005).
Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama. İstanbul: İletişim Yayınları.
Vryonis, S. (2005). The Mechanism of Catastrophe: The Turkish Pogrom of September 6-7, 1955. New York: Greekworks.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder