5 Eylül 2025 Cuma

“O ânı, o korkuyu ben her Eylül ayında yaşıyorum"

 Gazeteci-yazar Serdar Korucu 6-7 Eylül 1955 pogromunun hayatta kalan tanıklarıyla konuşarak yeni bir kitaba imza attı: “Akşam İstanbul'da Çok Fena Şeyler Oldu” başlıklı çalışma, İstos Yayınları'ndan çıktı. Adını taşıyan sözler Marina Kalumenu'ya ait. Kendisi Dimitrios Kalumenos'un, yani 6-7 Eylül 1955'i fotoğraflayarak, pogromun hafızalara kazınmasını sağlayan Patriklik fotoğrafçısının kızı. kitap, 

Türkiye, Yunanistan ve Fransa'da yaşayan 32 “son tanığın” dilinde o gece yaşananlar aktarılıyor. Hatırlanacağı üzere “Atatürk'ün Selanik'teki evi bombalandı” başlıklı sahte bir haber üzerine 6 Eylül gecesi İstanbul'da Rumlar başta olmak üzere gayrimüslimlere ait evler, dükkânlar, kiliseler yıkılmış, yakılmış ve yağmalanmıştı. Resmî kayıtlara göre yalnızca İstanbul'da 73 kilise, 8 ayazma, 2 manastır, 3.584'ü Rumlara ait olmak üzere 5.538 ev ve işyerleri yakılıp yıkılmıştı. İHD'nin raporlarına göre 35 kişi hayatını kaybetti. Korucu ile yeni çalışma konuştuk.


Kitabın bir özelliği şu: Olayı yaşayan tanıklarla konuşuyorsunuz. 6-7 Eylül pogromu 1955 yılında gerçekleşti. Olayı idrak etmek için hiç olmazsa on beş yaşında olmak farzedersek 80 ve üstü yaşlı insanların bulunması gerekiyor. Ama ne yazık ki artık zor. Zorlandınız mı?


Bir olay üzerinden ne kadar uzun zaman geçmişse hatırlama ihtimalimizin o kadar az olması ama Douwe Draaisma'nın da tükendiği gibi çocukluğa dair anıların ortaya çıkması, ilginç bir şekilde ille de yaşlılığı bekliyor ve bu muamma henüz çözülememiş durumda. Yine Draaisma'nın söylediği gibi sanki bunca yıl boyunca yayın kısıtlaması da yasağın kaldırılması için belli bir süre alınması gerekiyormuş gibidir. Bu nedenle kitaptaki tanıkların bazısı 7-8 yaş hatıralarını bile çok net aktarabildiler. Sanki dün yaşanmış gibi. Kare kare akıllarındaydı. O kuşaklarla temasa geçebilmek güç de olsa asıl zorluklar, bu isimleri ikna etmekti. Çünkü çok ağır bir konuda, belki de kalıcı travmaya neden olan bir geceyle ilgili hafızalarını açmalarını istedik. Belgelerin kapsamı Laki Vingas'ı benim için bu çalışma ile tamamlayabilirdi. Hem isimlerini bulmada hem onları ikna edip gerçeğin tamamını paylaşmalarını sağlamada kendisine ne kadar teşekkür etsem az.


Görüşmelerin bir kısmı yurt dışında gerçekleşti. Hangi kentlerden söz veriyoruz?


6-7 Eylül denildiğinde, konu İstanbul Rumları sonrasında Atina'dan başlamamak iptal edildi. Önemli bir kesim bugün mevcut Yunanistan'ın başkentinde yaşıyor ve çoğu benzer mahallelerde ikamet ediyor. Benim için bir başka önemli yer Paris'ti. Çünkü orada da Türkiye'den yıllar içerisinde kayıtlı ya da kayıtlı olan pek çok aile var. Bu nedenle kitabın önemli bir parçası oluşur.


Bu pogrom Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak özellikle Rumları hedef alıyordu ama Ermeniler, Yahudiler de nasibini aldı. Konuştuğunuz durumun gidişatında öyle mi oldu?


32 tanenin önemli bir kısmı Rumların içindendi. Burada bir parantez açmam gerek. Çünkü Ekümenik Patrik Hazretleri Bartholomeos'tan "Şimdi Kim Kaldı İmroz'da?" kitabın ardından bu çalışma için bir kez daha müzakere alma şansına eriştim. ölümlerin payı istisnai oldu. Evet, dediğiniz gibi 6-7 Eylül'ün ana hedefi Rumlardı. Fakat Ermeniler ve Yahudiler de zarar gördüler. Olabildiğince tüm kesimlerin yaşadıklarını aktarmaya çabaladık. Paris'te Ermeni toplumunun yoğun yaşadığı Alfortville'de Jirayr abi, Jirayr Karagöz sayesinde pek çok isme ulaştık. Umuzlaştığımız ama kısıtlı zaman nedeniyle bir araya gelemediğimiz çok isim var. Sadece Fransa'da değil, İstanbul için de benzeri bir durum söz konusu. Bu kitapta oyunun olması şansına eriştiğim Seçkin Erdi ile böyle bir karara vardık. Hepsi, kitabın ikinci baskısında okuyucu ile buluşacak, ayrıca yayımdan kısa bir süre önce geçen belgeleri de ortadan kaldıracak. Kitap tam çıkarken bu müjdeyi de verenlerin…


Bu kuşak böyle görünüyor -ve doğal olarak- çekiniyor. Yurt dışında daha mı rahat konuşuyorlar, Türkiye'dekiler hayatta kalıyorlar, izleriniz neler?


Bu algı kitabını okurken da yaratılacak. Belki başına vaka daha az şey gelenler Türkiye'de kaldı, belki kalma hallerini, hatırlamama-konuşmama bağlanmaları, bunu kesin bir şekilde deneyimleme olanağı. Fakat bir gerçek var, daha önce Türkiye kamuoyunda duyduğumuz ya da daha az öğrendiğimiz vakaları bu kitap için anlatanların tamamını yurt dışında yaşayanlar.





Bu kitapta bir de bugüne kadar çok üzerinde durulmamış bir yöne eğiliyorsunuz bu pogromun: Cinsel istismar. Bugün kadınlar taciz vakalarını devam ederken zorlanıyorlar, çoğunlukla o dönem için taciz değil, düpedüz şiddet ve tecavüzden bahsediyoruz. Bunları konuşmak muhtemelen zor oldu ama konuşabildiniz mi ve nasıl bir tablo ortaya çıktı?





Patrikhane fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos, o yıkımın hemen ardından kaleme kayıtlı bir yazıda, "Sadece cansız şeyler mi acı çekti? Hayır! Belgradkapı mahallesinde yaşayan fakir bir bahçıvanın üç genç kızına tecavüze uğramadan gözden kaybolmak mı? Ortaköy'de tecavüze uğrayan ve hemen akabinde tecavüze uğrayan ve hemen akabinde kaçan seksen çıkan kadından kaçarak mı? Diğer tecavüzleri aktaralım mı?" Der. Hesabının başlığını aldığında, Atina'da onunla görüştüğümüz kızı Marina Kalumenu'nun “Akşam İstanbul'da çok fena şeyler oldu” hikayeleri altında da belki bu zaten gizli…





Dilek Güven, yakın dönemde 6-7 Eylül'de bir nevi fitilini ateşleyen, bizlerin önünü açan çalışmalarını, arşiv belgelerinde Balıklı Hastanesi Başhekiminin ifadesine yer verdiğini ve hastanede 60 kadının cinsel istismar nedeniyle tedavi gördüğünü ifade ediyor. Dimitrios Kalumenos ise daha yüksek bir sayı veriyor ve “200 kadına tecavüz ve sömürülüyordu” yazıyordu. Tam sayıyı bilmek mümkün değil. Çünkü o gecenin tanıklarının da sık sık çizdiği gibi 6-7 Eylül gibi bir gecenin ardından kim, hangi kuruma, nasıl başvurusun… Bu nedenle zor ve yıllar yılı konuşulmamış bir konu bu.


“Daha önce Türkiye kamuoyunda duyduğumuz ya da daha az gözlemlediğimiz vakaları bu kitap için anlatanların tamamı yurt dışında yaşayanlar.”


Bu isimlerle konuşurken hep aynı şeyi vurguladım. Fransa'yı sarsan cinsel istismar davasında Gisèle Pelicot'nun sembolleşennde olduğu gibi, “Utanç tarafı değiştirmeli. Utanç yükü sakatlıkların sözü değil, başarısızların omuzlarında olmalıdır…” O zarar, elbette faile ait ve bunu anlatarak, aktararak, başarısız işaretler vererek çizebilirsiniz. Ama elbette çok zor. Ben herkese, istediği kadarını anlatabileceklerini, kişilerin isimlerini verebileceklerini, akrabalık bağları varsa gizleyebileceklerini söyledim. Sonunda ulaştığımız tüm tanıklar, bildiklerini anlattılar.


Ablasının, yaşadığı zorluklar nedeniyle birkaç gün sonra hayatını kaybettiğini söyleyen Theodora Dobrila Fotoyanopulu, “Şimdi başka türlü her şey. Eskiden bunları konuşamıyor” diyor mesela. Fotoyanopulu, babası “Neyin var mı?” dediğinde susan, titreyen ablasının vefatından sonra sadece doktorlarla paylaştıkları anlatıldı: "Karşı binada oturan bir kız vardı.


Bazı isimlerle cinsel istismardan son anda kurtuluş, kurtarılış anlatıları aktarıldı. Mesela Eğrikapı'da yaşayan ve o zamanlar 7 yaşında olan Minas İokaimidis, o gece annesi ve anneannesiyle birlikte bir sığınak yapıyor. Güruh evin içine kayıtlı biri annesini kolundan yakalıyor. "Sen Kaptan Yorgi'nin kızı değil mi? Gel bakalım. O kadar zaman seni arıyorum. Şimdi bakalım insanlara nasıl kurtulacaksınız?" diyor. Annesini basamaklardan aşağıya doğru götürmeye çalışırken küçük çocukları ne ilerletmeyi bilemez halde. Sonrasını şöyle anlatıyor: "Hiç düşünmedim. Bütün kuvvetimle adamı sırtından aşağıya ittim. Merdivenden aşağı. … Duvara çarpıp çuval gibi yere düştü. Annemin elinden aldım. Yukarıya çıktık. … Aşağıya döndüğümde baktım, adam orada yoktu ama duvarın üstünde kan izi vardı. Kim bilir ne oldu? Ne olduğunu hiç öğrenemedim. Aldılar gittiler mi? Kim bilir? Ama bunu yapmasaydım annem annem gidiyorduti."


Despina Mistiloğlu, "8 yaşındaydım. 70 yaşında o ânı unutmadım. O ânı, o korkuyu ben onun Eylül ayında yaşıyorum. Onu, o ânı unutmuyorum, unutamam" diyor mesela...


Minas İokaimidis annesini kurtarıyor ve bunu da anlatmak zor elbette ama kadınlar doğrudan hedefleniyorlar için daha zorlanarak konuştu. Despina Mistiloğlu, "8 yaşındaydım. 70 yaşında o ânı unutmadım. O ânı, o korkuyu ben onun Eylül ayında yaşıyorum. Onu, o ânı unutuyorum, unutamam" diyor mesela. Edirnekapı'da annesiyle birlikte Giritli bir Türk aile, komşularının yanına sığınıyorlar. Sabah evlerine dönerken üç asker görüyorlar. Bunu normal karşılıyorlar tabii. İçerideki yerler daha sonra evi yağlanmış halde buluyorlar. O ânın şokunu yaşarken başka bir travma ekleniyor: "Bir asker muayene edildi ki bir asker sadece kapıda kaldı. Diğer iki evin içine girdi. Annemi bir köşeye sıkıştırdılar... Bir de duyan ki bir asker 'Sen' diyor, 'Anasını sıkıştırdı. Ben de küçüğü sıkıştırayım.' Ben zannettim ki annemi öldürmek, boğmak istiyor. 'Annemi boğma. Annemi yalnız bırakıyorum. Ben annemi istiyorum. Bizim bebeğimiz var. Sen beni öldür!' diye bağırıyordum.” Neyse ki çığlıklarını karşıdaki Giritli Türk ailesinin iki oğlu duyuyor ve anne kızını kurtarıyor Mistiloğlu, “Bizi kurtardılar. Yoksa bizi anne kız orada sıkıştıracaklardı. Daha kötülerini söylemek de istemiyorum. Aklım almıyor” diyor.


Bu istismarların ardından toplum içinde sessizliği katmerleyen bir başka süreç döngüsü: İstenmeyen üremeler. Aliki Şanguloğlu, Kumkapı'daki Aya Kiriaki Kilisesinin tam olarak oturan akrabalarının cinsel istismarını aradan haftalar sonra korkunç bir iyileşmeyle öğrendiklerini söylüyor: “Bir gün halama, yani babasının kız kardeşine o kuzin telefonda çalışıyor. Ertesi günü kız çamaşır suyuyla intihar etti. Hamileydi Eylülden sonra yaşadılar!


Konuştuğunuz bir özür, bir onarımın içeriği var mı? Hiç olmazsa bir kabahat işlendiğinin resmî olarak kabul edilmesi gibi.


Benim ilk kez Rıfat Bali'nin tanıklıklarından oluşan derlemede, Foti Jean-Pierre Fotiu'nun II. Patrik Athenagoras, binanın üst düzey yetkililerinden, “evlerinizi, işyerlerinizi ve kiliselerinizi tamir ettireceğiz” sözü verdikten sonra verilen maddi zararın karşılanacağını ve çalıştırılmaların en kısa sürede olacağını cemaate bildirmek ister. Bunun için yapılan bir toplantıya bir kadın da gelir. Baştan aşağı siyahlar giymiştir. Orta yaşlı, başörtülü bir kadın. Kadın ileri doğru uzanan ve patriğe iyice yaklaşarak, "Patrik cenapları, kırılan saldırganlardan biri tarafından saldırıya uğradı" der ve şöyle ekler: "Peki onu ve onunla aynı kaderi paylaşmış olan kızlarımızı nasıl kırarız? Bu anlatımda olduğu gibi, kesin bir onarım asla olmayacak, olamayacak. Özür dilenmesi gerekenler artık aramızda olmayanlar. Bu nedenle gerçek bir kişinin zaten sonsuza kadar. Ama de yine elbette resmî bir talep talebi var. En azından yapılanın yanlış devam ettiği resmî olarak da kabulü için…


Peki devam ediyor süregelen bir sürpriz var mı? Ya da yanıtını bir türlü bulamadıkları bir soru: “Birlikteki insanlar nasıl bize böyle bir şey yaptılar?” gibisinden.


Elbette kurtarıcılar gece boyunca İstanbul'da çok daha büyük bir felaket yaşanırken, saldırganlar arasında da arkadaşlar ve komşular vardı. şimdiki soykırımlarda olduğu gibi. Çünkü komşuluk fiyatını almayı tercih ediyorlar. Komşular olarak tanırız. Mesela Ruanda Soykırımı üstüne çalışan Hélène Dumas, “devletten gizlenebilir ama komşulardan asla” der. Az önce Minas İokaimidis'in annesine “Sen Kaptan Yorgi'nin kızı değil mi?” diye seslenen Saldırgan belli ki bu gerçeğin bir tezahürü. Büyükada'daki kardeşi Stathis Arnavitis, çok sevdiği bir arkadaşının yağmacılara şöyle seslendiğini aktarıyor: "Arkadaşlar! Bu dükkânı unuttunuz, kırmadınız!" Yıllar geçmiş olmasına rağmen şaşkınlıklarını da sürdürüyorlar. Bu dönemde kolay gelinebilecek bir travma derecesinde


6-7 Eylül pogromu Yeniköy'de konuşulacak


Gazeteci – Yazar Serdar Korucu'nun 6-7 Eylül pogromunun son tanıklarıyla yaptığı söyleşilerden yola çıkan kaleme alınan “Akşam İstanbul'da Çok Kötü Bir Şey Oldu” kitabı için Yeniköy'de bir tanıtım toplantısı düzenleniyor. Yeniköy Panaia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı tarafından Thetokia Kültür Festivali kapsamında düzenlenen etkinlikte Serdar Korucu katılacak. Etkinlik 6 Eylül Cumartesi günü saat 18.00'da. Adres Köybaşı Caddesi Nod. 66, Yeniköy


Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder